Onbirinci Reşha: Bak ve dinle! O zat (A.S.M.) ne diyor? İşte bak, hakaik-i müdhişe-i azîmeden bahsedip beşeri inzar ediyor. Yani korkutuyor. Hem kalbleri cezbeden ve akılların ona müncelib olup, pürdikkat kesilmeleri lâzım gelen mes’elelerden bahsederek insanları müjdeliyor.
Malûmdur ki, eşyanın hakikatlarını keşfetme iştiyakı, merak ehlinden bir çoğunu, ruhlarını feda etmek derecesine kadar sevkeder. Hattâ eğer sana denilse, yarı ömrünü ve yarı malını feda etsen; Kamer’den veya Müşteri’den bir şahıs inecek, Kamer ve Müşteri’nin garaib-i ahvalinden sana haber verecek, hem başına ne geleceğini doğru olarak haber verecek. Zannederim ki, fedaya razı olacaksın. İşte acaba sırf bir merakını defetmek için, yarı ömrünü ve yarı malını vermeğe razı olursun da; bu zatın (A.S.M.) icma-i ehl-i şuhûd ve tevatür-ü ehl-i ihtisasın (yani enbiya ve sıddîkîn, evliya ve muhakkikînin) tasdik ettikleri ahbarını dinleyip ehemmiyet vermezsin?
Bak o zat, (A.S.M.) öyle bir sultanın şuûnundan bahsediyor ki; Kamer onun memleketinde bir sinek gibi bir pervane etrafında pervaz eder. Ve o pervane olan küre-i arz ise, o sultanın kendi misafirleri için hazırladığı binlerce menzillerinde yaktığı binler lâmbalarından birisinin etrafında uçar. Ve hem acaib ve garaib mahalli olan öyle bir âlemden haber veriyor ve öyle bir inkılabdan bahsediyor ki; faraza küre-i arz bomba olup infilak etse, dağları bulutlar gibi uçuşsalar, yine o zatın haber verdiği o inkılabın garaiblerinin yüzden birisi kadar da olamaz. İşte istersen onun lisanından: *
اِذَا الشَّمْس كُوِّرَتْ ر اِذَا السَّمَاءُ انْفَطَرَتْ
اِذَا زُلْزِلَتِ الْاَرْضُ زِلْزَالَهَا ر اَلْقَارِعَةُ
gibi sureleri işit.
Hem o zat, tahkik ile öyle bir istikbalden haber veriyor ki; şu dünyevî istikbal, ona nisbeten menfaatsiz bir katre serabın, sahilsiz bir bahr-i ummana nisbeti gibi de olamaz. Ve hem şuhuda dayanarak öyle bir saadetin şuhudundan müjde veriyor ki: Bütün dünyevî saadetler ona nisbeten, ancak bir berk-i zâilin bir şems-i sermede nisbeti gibi olabilir.
Evet, şu acaibli kâinatın perdesi altında öylesi acaibler bize bakıyor ve bizi bekliyorlar. Ve şu acaib ve hârikaları ihbar etmek için,
Malûmdur ki, eşyanın hakikatlarını keşfetme iştiyakı, merak ehlinden bir çoğunu, ruhlarını feda etmek derecesine kadar sevkeder. Hattâ eğer sana denilse, yarı ömrünü ve yarı malını feda etsen; Kamer’den veya Müşteri’den bir şahıs inecek, Kamer ve Müşteri’nin garaib-i ahvalinden sana haber verecek, hem başına ne geleceğini doğru olarak haber verecek. Zannederim ki, fedaya razı olacaksın. İşte acaba sırf bir merakını defetmek için, yarı ömrünü ve yarı malını vermeğe razı olursun da; bu zatın (A.S.M.) icma-i ehl-i şuhûd ve tevatür-ü ehl-i ihtisasın (yani enbiya ve sıddîkîn, evliya ve muhakkikînin) tasdik ettikleri ahbarını dinleyip ehemmiyet vermezsin?
Bak o zat, (A.S.M.) öyle bir sultanın şuûnundan bahsediyor ki; Kamer onun memleketinde bir sinek gibi bir pervane etrafında pervaz eder. Ve o pervane olan küre-i arz ise, o sultanın kendi misafirleri için hazırladığı binlerce menzillerinde yaktığı binler lâmbalarından birisinin etrafında uçar. Ve hem acaib ve garaib mahalli olan öyle bir âlemden haber veriyor ve öyle bir inkılabdan bahsediyor ki; faraza küre-i arz bomba olup infilak etse, dağları bulutlar gibi uçuşsalar, yine o zatın haber verdiği o inkılabın garaiblerinin yüzden birisi kadar da olamaz. İşte istersen onun lisanından: *
اِذَا الشَّمْس كُوِّرَتْ ر اِذَا السَّمَاءُ انْفَطَرَتْ
اِذَا زُلْزِلَتِ الْاَرْضُ زِلْزَالَهَا ر اَلْقَارِعَةُ
gibi sureleri işit.
Hem o zat, tahkik ile öyle bir istikbalden haber veriyor ki; şu dünyevî istikbal, ona nisbeten menfaatsiz bir katre serabın, sahilsiz bir bahr-i ummana nisbeti gibi de olamaz. Ve hem şuhuda dayanarak öyle bir saadetin şuhudundan müjde veriyor ki: Bütün dünyevî saadetler ona nisbeten, ancak bir berk-i zâilin bir şems-i sermede nisbeti gibi olabilir.
Evet, şu acaibli kâinatın perdesi altında öylesi acaibler bize bakıyor ve bizi bekliyorlar. Ve şu acaib ve hârikaları ihbar etmek için,
Yükleniyor...