himmeti de olsa yine çok müşküldür. Halbuki görüyoruz ki; bu zat, kısa bir zamanda, zâhirî az bir himmetle, cüz’î bir kuvvetle; hissiyatlarında inatçı, âdetlerine mütaassıb, pek büyük ve pek çok âdetleri, pek büyük kavimlerden külliyyen kaldırıp, yerlerine tam bir rüsûh ile âlî ahlâkları, gâlî hasletleri, seciyelerinde tesbit ediyor. İşte nümune için Hz. Ömer’in (R.A.) İslâmiyetten evvel ve İslâmiyete girdikten sonra iki haline bak! Evvelce bir çekirdek halinde iken, sonra muhteşem bir ağaç olduğunu görürsün. Ve hakeza, bu zatın icraat-ı esasiyesinin hârikalarından gördüğümüz ancak binde biridir. İşte asr-ı saadeti görmeyenlere, biz Ceziret-ül Arab’ı gözlerine sokuyoruz. Kendilerini tecrübe etsinler. Yüz feylesoflarını da beraber alıp Ceziret-ül Arab’a gitsinler. Yüz sene çalışsınlar. Acaba o zatın o zamana göre bir senede yaptığı icraatının yüzden birisini de bu zamanda yapabilirler mi?

Onuncu Reşha: Bil ki, eğer sen beşerin seciyesinin marifetine aşina isen, bilirsin ki; akıllı bir insan, münazaralı bir davada, yalanının zuhur etmesiyle hacil olacağı bir meselede, yalan bir şeyi pervasız iddia etmesi mümkün değildir. Hele hicabsız, pervasız, teessür göstermeden -ki en edna bir teessürü de hile-i haline işaret eder- heyecansız, tasannusuz -ki, en küçük bir heyecan ve tasannuu yalanını ima eder- tenkidçi husumet karşısında; velev küçük bir şahıs olsun, velev küçük bir vazifede bulunsun, velev hakir bir haysiyet sahibi olsun, velev küçük bir cemaat içinde olsun, velev ufak bir mes’eleye dair olsun, asla mümkün değildir ki, yalan bir müddeayı söylemekte muvaffak olsun.

Şimdi bak, bu zat-ı muazzama ki; en büyük bir vazifede, en büyük bir vazifedar olarak, en büyük bir haysiyet sahibi iken, hem pek büyük bir emniyete muhtaç olduğu bir halde, pek büyük bir cemaat karşısında, pek büyük bir husumet mukabilinde, pek büyük bir mes’elede, pek büyük bir davada pervasız, tereddüdsüz, hicabsız, korkusuz, telaş göstermeden, samimî bir safvetle, halis bir ciddiyetle ve düşmanlarının damarlarına dokundurarak, akıllarını tezyif edip, nefislerini tahrik ederek, izzetlerini kırıp; gayet şedid ve ulvî bir üslûbla iddia ettiği davalarında hiç hile karışması mümkünmüdür? Kellâ!..

Evet hak aldatmaktan müstağnidir. Hakikatın nazarı, aldanmaktan münezzehtir. Evet o zatın hak olan mesleği, aldatmağa tenezzül etmez. Ve onun nazar-ı nakkadı, hayali hakikata karıştırmaktan münezzehtir.

Yükleniyor...