Amma tahdis-i nimet ve eda-yı emanet için derim ki: Bütün yazdığım şeylerde sizi aldatmıyorum. Belki ancak bizzat müşahede ettiklerimi veyahut aynelyakîn veya ilmelyakîn suretinde yakîn hasıl ettiklerimi yazıyorum.

Dördüncüsü: Zannetme ki yazdığım şeyler, efkâr ve ukûlün mahsulü olan mütedavil şeylerdir. Hâyır! Belki Kur’an-ı Hakîm’den istimdad neticesinde gelip, yaralı bir ruhun ve mecruh bir kalbin üzerine damlanan feyizlerdir. Hem yine zannetme ki; onlar, kalblerin zevkettiği seyyal şeyler gibi olup, sonra zeval bulacak parıltılardır. Kellâ! Belki onlar, hakaik-ı sâbiteden gelip, alîl bir aklın ve mariz bir kalbin ve kör bir nefsin üstünde in’ikas eden nurlardır.

Beşincisi: Benim aklım, kalbim ile nasıl imtizac ettiğini bilemiyorum. Zira ben ülema-i seleften ehl-i aklın tarikından ve salihinden ehl-i kalbin yolundan başka bir yoldayım. Fakat eğer eserlerimdeki maarif, onlarınkine muvafık gelirse, febiha ve nimet.. ve şayet sözlerimde onların yollarına muhalif birşey bulunsa, o bana aittir ve bana reddedilmelidir.

Altıncısı: Ey kari! Eserlerimin içinde bir intizam, insicam ve vuzuh arama! Zira benim müşahedatım çok tahavvülat-ı garibe ve çeşitli mücerrebat-ı nefsiye içinde başka başka şeylerle beraber kaydedilip telhis edilmişlerdir. Eğer sen de bu ahvale muttali olsaydın, beni mazur görürdün.

Yedincisi: Sakın deme ki: “Ben bir şeyin hepsini bilip anlamazsam, o şeyin hepsini de istemem!..” Acaba sen, bir bostanın içine girdiğin zaman, o bostanın bütün meyvelerini yiyemezsen, hepsini terkedecek misin? Hâyır.

Sekizincisi: Bil ki, bu eserlerin mesaili içinde sana tesadüf eden bürhan ve istidlal suretindeki şeyler, yalnız bürhan değildirler. Tâ,

فِيهِ نَظَرٌ

denilsin. Belki onlar, Kur’an-ı Kerîm’den ifaza ile mebadi-i hadsiyedirler ki, envar-ı yakîn onlarla avlanıp zabtedilerek, muhafaza edilmiş mes’elelerdir.

Said-i Nursî

Yükleniyor...