tilavet eden birer nâtık vaziyetine dönüştü. Ve müştekî, ağlayıcı yetimler vaziyetindeki zîhayatlar ise, tesbihatları içinde zâkir ve vazifeden terhislerine şâkir haletine girdi. Ve keza, kâinatın harekât, tenevvüat ve tagayyüratıda manasız, başıboş, abesiyet ve tesadüf oyuncaklığından çıkıp, mektubat-ı Rabbaniye ve sahaif-i âyât-ı tekviniye ve meraya-yı esma-yı İlahiye olmasına terakki etti. Hattâ âlem, o nur ile öyle bir terakki etti ki, bir kitab-ı hikmet-i Samedaniye derecesine çıktı.
Gel şimdi insana bak; âciz, fakir, zelil bir hayvaniyet derekesinde iken, zaafının kuvvetiyle, aczinin kudretiyle, fakrının sevkiyle, ihtiyacının şevkiyle, ubudiyetinin şevketiyle, kalbinin şulesiyle, aklının haşmet-i imaniyesiyle nasıl evc-i hilafete terakki ediyor, gör.
Sonra bak ki; acz, fakr ve akıl, insanın esbab-ı sukutu iken; şu zat-ı nuranînin nuruyla tenevvür ettikleri zamanı, nasıl esbab-ı suud ve terakki oluyorlar.
Sonra mazi cihetine bakki; Nazar-ı dalaletle zulümat içinde bir mezar-ı ekber suretinde görünürken, bak nasıl enbiya güneşleriyle ve evliya yıldızlarıyla ziyadar ve nuranî bir alem olmuştur.
Sonra istikbal cihetine nazar etki; Yine (nazar-ı dalaletle) kendi zulümatı içinde en karanlık bir gece vaziyetinde görünmekte iken, nasıl ziya-yı Kur’an ile nurlanmış olarak, Cennet bostanları üzerinden perdeler ref’ olmuştur gör!..
İşte bu minval üzere, eğer bu zat olmasaydı; kâinat ve insan, hattâ her şey hiçliğe sukut edip kıymetsiz ve ehemmiyetsiz bir vaziyette kalacaktı. Demek ki, bu güzel ve bedi’ kâinat için böyle muhakkik ve muarrif, yüksek ve hârika bir zat lâzımdır. Yoksa kâinat ve eflak olmamalıdır. Çünkü o zaman bize göre bu kâinat, manasız ve abes bir şey görünecekti. Mülk sahibi (C.C.) o zat hakkında hak olarak ne kadar doğru söylemiş:
لَوْلَاكَ لَوْلَاكَ لَمَا خَلَقْتُ الْاَفْلَاكَ
Yedinci Reşha: Eğer desen: Kâinatın güneşi olmuş olan ve kâinatın kemalâtını ilmiyle ve nuruyla keşfeden o zat kimdir? Ve ne diyor?
Gel şimdi insana bak; âciz, fakir, zelil bir hayvaniyet derekesinde iken, zaafının kuvvetiyle, aczinin kudretiyle, fakrının sevkiyle, ihtiyacının şevkiyle, ubudiyetinin şevketiyle, kalbinin şulesiyle, aklının haşmet-i imaniyesiyle nasıl evc-i hilafete terakki ediyor, gör.
Sonra bak ki; acz, fakr ve akıl, insanın esbab-ı sukutu iken; şu zat-ı nuranînin nuruyla tenevvür ettikleri zamanı, nasıl esbab-ı suud ve terakki oluyorlar.
Sonra mazi cihetine bakki; Nazar-ı dalaletle zulümat içinde bir mezar-ı ekber suretinde görünürken, bak nasıl enbiya güneşleriyle ve evliya yıldızlarıyla ziyadar ve nuranî bir alem olmuştur.
Sonra istikbal cihetine nazar etki; Yine (nazar-ı dalaletle) kendi zulümatı içinde en karanlık bir gece vaziyetinde görünmekte iken, nasıl ziya-yı Kur’an ile nurlanmış olarak, Cennet bostanları üzerinden perdeler ref’ olmuştur gör!..
İşte bu minval üzere, eğer bu zat olmasaydı; kâinat ve insan, hattâ her şey hiçliğe sukut edip kıymetsiz ve ehemmiyetsiz bir vaziyette kalacaktı. Demek ki, bu güzel ve bedi’ kâinat için böyle muhakkik ve muarrif, yüksek ve hârika bir zat lâzımdır. Yoksa kâinat ve eflak olmamalıdır. Çünkü o zaman bize göre bu kâinat, manasız ve abes bir şey görünecekti. Mülk sahibi (C.C.) o zat hakkında hak olarak ne kadar doğru söylemiş:
لَوْلَاكَ لَوْلَاكَ لَمَا خَلَقْتُ الْاَفْلَاكَ
Yedinci Reşha: Eğer desen: Kâinatın güneşi olmuş olan ve kâinatın kemalâtını ilmiyle ve nuruyla keşfeden o zat kimdir? Ve ne diyor?
Yükleniyor...