teessürat ile tasaffi edip, teellümat ile cilalanarak kuvvet buluyor. Öyle ise onlar hayatın menfuru değillerdir.
Madem öyledir; zîhayata ait gibi olan yalnız şu kısacık bir bekanın mizanıyla (meseleyi) tartma! Belki Cenab-ı Muhyî (Celle Şânuhû) nun tecelli-i şuûnuna mazhariyet ve makesiyet mizanıyla tart! Çünkü hayatın binler hissesi, Cenab-ı Muhyi’nindir. Zîhayata ait yalnız arazî bir hissedir. Öyle ise, o zîhayatın hakikî kemali, kendi o bir hissesini de Cenab-ı Muhyi’nin hisselerine tabi etmektedir.
Evet, bir Habab, bir an-ı seyyalede kendindeki güneşçiğiyle zînetlenip parlamasıyla; binler hikem-i cesime ile meşhun olan tecelliyat-ı şemsin hukukunda Güneş ile muaraza etmek derecesinde ona bir hak verilmemiş, verilemez.
Amma insanın hababı olan kalbi ise, iman ettiği vakit, o kalb iman ile öyle bir zücaceye inkılab eder ki, Şems-i Ezelî’nin şuaatından feyz alıp parlayan bir kevkeb-i dürrî imiş gibi içinde lüksü yanmaya başlar.
***
اِعْلَمْ
Bil ey kardeş! Acaba hiç mümkün olur mu ki, bir zat bir kasrın esasatını ve içindeki müştemilat ve terkibatının hepsini, bir olan o kasrın binasına müteveccih bir surette yapsın da; sonra o kasır, o saniin bir ille-i gaiyesi olmasın!. Yani, abes ve beyhude olsun.. Ve hem onun semeratı ona ait olmasın… Kellâ! olamaz.
İşte ey insan, küre-i arz bir kasırdır, âlem dahi bir saraydır.
***
اِعْلَمْ
Ey kardeş bil ki! Cenab-ı Hak (C.C.) kendini bize mahlukat ve masnuatıyla tanıttırıyor; nimet ve in’amatıyla da bildiriyor; Rızık ve rahamatıyla dahi sevdiriyor. Öyle ise mevcudatın şu fiilî vaziyetleri elbette mezkûr gayeler içindir. Belki âdeta aynı odur. Ve hakeza, bütün esma-i hüsnanın herbirisinin tecelliyatını buna kıyas eyle!
Madem öyledir; zîhayata ait gibi olan yalnız şu kısacık bir bekanın mizanıyla (meseleyi) tartma! Belki Cenab-ı Muhyî (Celle Şânuhû) nun tecelli-i şuûnuna mazhariyet ve makesiyet mizanıyla tart! Çünkü hayatın binler hissesi, Cenab-ı Muhyi’nindir. Zîhayata ait yalnız arazî bir hissedir. Öyle ise, o zîhayatın hakikî kemali, kendi o bir hissesini de Cenab-ı Muhyi’nin hisselerine tabi etmektedir.
Evet, bir Habab, bir an-ı seyyalede kendindeki güneşçiğiyle zînetlenip parlamasıyla; binler hikem-i cesime ile meşhun olan tecelliyat-ı şemsin hukukunda Güneş ile muaraza etmek derecesinde ona bir hak verilmemiş, verilemez.
Amma insanın hababı olan kalbi ise, iman ettiği vakit, o kalb iman ile öyle bir zücaceye inkılab eder ki, Şems-i Ezelî’nin şuaatından feyz alıp parlayan bir kevkeb-i dürrî imiş gibi içinde lüksü yanmaya başlar.
اِعْلَمْ
Bil ey kardeş! Acaba hiç mümkün olur mu ki, bir zat bir kasrın esasatını ve içindeki müştemilat ve terkibatının hepsini, bir olan o kasrın binasına müteveccih bir surette yapsın da; sonra o kasır, o saniin bir ille-i gaiyesi olmasın!. Yani, abes ve beyhude olsun.. Ve hem onun semeratı ona ait olmasın… Kellâ! olamaz.
İşte ey insan, küre-i arz bir kasırdır, âlem dahi bir saraydır.
اِعْلَمْ
Ey kardeş bil ki! Cenab-ı Hak (C.C.) kendini bize mahlukat ve masnuatıyla tanıttırıyor; nimet ve in’amatıyla da bildiriyor; Rızık ve rahamatıyla dahi sevdiriyor. Öyle ise mevcudatın şu fiilî vaziyetleri elbette mezkûr gayeler içindir. Belki âdeta aynı odur. Ve hakeza, bütün esma-i hüsnanın herbirisinin tecelliyatını buna kıyas eyle!
Yükleniyor...