اِعْلَمْ
Ey kardeş bil ki; sen kendi aynanda inci taşlarını dizip tanzim ettiğin gibi; şu ecram-ı kâinatı kabzasına alıp öyle tanzim ve tertib edebilen bir kuvvet ve kudret, elbette hiçbir şeyden âciz kalmaz. Ve hiçbir şeye şerik-i rububiyet noktasında daire-i tasarrufuna müdahaleye müsaade etmez.
***
اِعْلَمْ
Ey kardeş bil ki! Nasılki katrenin deniz ile ittihadında bir şübhe yoktur. Çünkü ikisi de sudur. Hem o katre nehir ile de müttehiddir. Çünkü ikisi de buluttandır. Hem katre içinde parlayan güneşçik dahi, gökteki güneşle müttehid olmasında; ve iğne gibi bir balık, Balina balığı ile nevi’ce ittihad etmesinde; ve keza, habbenin küme ve yığın ile müttehid bulunmasında bir şek yoktur..
Öyle de: Cüz’iyattan olan bir cüz’ün, bir hüceyresine tecelli eden bir isim, müsemmada; kâinatı ihata eden esma-i hüsnadan bir ismin müsemmasıyla müttehiddir. Meselâ herşeyi bütün ahval ve etvarıyla bilen “Alim” ismi gibi bir isim; şu zerrenin Hâlıkıyla ve bu ağacın Musavviriyle ve o semerenin Münşisiyle ve bu illetin Şafisiyle müsemmada müttehiddir. Belki muhaldir ki; şu cüz-ü cüz’înin ayni ismi, her şeyi kaplayan Vasiu-l Evsa’ olmasın.
***
اِعْلَمْ
Ey kardeş bil ki! Vücudunun varlığı, zuhur ve tezahürü, ancak tagayyür ve tahavvülüne bağlı olan bir mümkinde; atalet, sükûn, tevakkuf ve yeknesaklık, ahval ve keyfiyatta birer nev’-i ademdirler. Adem ise, mahz-ı elem ve şerr-i sırftır. Onun içindir ki zîhayattaki faaliyet, şedid bir lezzet olduğu gibi; şuûnatta olan tahavvül dahi, hayr-ı kesîrdir. Elem ve musibet dahi olsalar…
Binaenaleyh, teessürat ve teellümat, bir cihette çirkin ise de, fakat bir çok cihetlerle güzeldirler, hasendirler. Demek nur-u vücud olan hayat,
Ey kardeş bil ki; sen kendi aynanda inci taşlarını dizip tanzim ettiğin gibi; şu ecram-ı kâinatı kabzasına alıp öyle tanzim ve tertib edebilen bir kuvvet ve kudret, elbette hiçbir şeyden âciz kalmaz. Ve hiçbir şeye şerik-i rububiyet noktasında daire-i tasarrufuna müdahaleye müsaade etmez.
اِعْلَمْ
Ey kardeş bil ki! Nasılki katrenin deniz ile ittihadında bir şübhe yoktur. Çünkü ikisi de sudur. Hem o katre nehir ile de müttehiddir. Çünkü ikisi de buluttandır. Hem katre içinde parlayan güneşçik dahi, gökteki güneşle müttehid olmasında; ve iğne gibi bir balık, Balina balığı ile nevi’ce ittihad etmesinde; ve keza, habbenin küme ve yığın ile müttehid bulunmasında bir şek yoktur..
Öyle de: Cüz’iyattan olan bir cüz’ün, bir hüceyresine tecelli eden bir isim, müsemmada; kâinatı ihata eden esma-i hüsnadan bir ismin müsemmasıyla müttehiddir. Meselâ herşeyi bütün ahval ve etvarıyla bilen “Alim” ismi gibi bir isim; şu zerrenin Hâlıkıyla ve bu ağacın Musavviriyle ve o semerenin Münşisiyle ve bu illetin Şafisiyle müsemmada müttehiddir. Belki muhaldir ki; şu cüz-ü cüz’înin ayni ismi, her şeyi kaplayan Vasiu-l Evsa’ olmasın.
اِعْلَمْ
Ey kardeş bil ki! Vücudunun varlığı, zuhur ve tezahürü, ancak tagayyür ve tahavvülüne bağlı olan bir mümkinde; atalet, sükûn, tevakkuf ve yeknesaklık, ahval ve keyfiyatta birer nev’-i ademdirler. Adem ise, mahz-ı elem ve şerr-i sırftır. Onun içindir ki zîhayattaki faaliyet, şedid bir lezzet olduğu gibi; şuûnatta olan tahavvül dahi, hayr-ı kesîrdir. Elem ve musibet dahi olsalar…
Binaenaleyh, teessürat ve teellümat, bir cihette çirkin ise de, fakat bir çok cihetlerle güzeldirler, hasendirler. Demek nur-u vücud olan hayat,
Yükleniyor...