اِعْلَمْ
Bil ey kardeş! su ve havaya bak, gör ki; nasıl selis ve yumuşak halkedilmişlerdir. Evet tesbih ederiz o zatı ki, su ve havayı hem mikroba, hem de file beraber olarak rızık edip lokma yapar.
İşte kudret tabbahına (pişirici) bak gör; Nasıl bir yemek yapar ki, o yemek arının ağzı ona dar gelmediği gibi; Filin ağzını da tam doldurur. Hem o yemek, bir mikrobun ağzına büyük gelmediği gibi; Gergedanın ağzı da ona büyük gelmez. Hem yine o kudret, (hava ile) öyle bir kelâm ile söyler ki, zerrenin dimağı o kelâmı işittiği gibi, güneşin kulağı dahi o kelâmla tam dolar. Hem yine o kudrete bak ki, söylenen bir kelimeye öyle bir tenasül ve istinsah verir ki; o kelime, dağın mağarasını doldurup, aks-i sada vasıtasıyla seninle konuştuğu gibi; aynı o kelime sivrisineğin kulağındaki delikte bulunan hücreciğe de büyük ve ağır gelmiyor.
اِعْلَمْ
Ey kardeş bil ki! Her namaz vakti, âlem-i İslâmı bir mescid ve o mescidin mihrabı Mekke ve o mihrabın âyeti de, Kâbe olarak tasavvur edilmesi; ve o mescidde insan kitleleri namaz kılmakta ve bir kitle-i cemaat fenada secde edip kaybolurken, başka kitleler gelip namaz kılıp, gitmekte, ve böylece o mescid daima dolup boşalmakta olan bir vaziyette tahayyül edilmesi münasib ve lâyıktır. Böylelikle zamanın asırları, Bayezid Camiindeki ikindi vaktinin dakikaları gibi olur.
Yükleniyor...