seyyaratı güneşin etrafında döndürmesindeki şevketine bakarken; şeytanî bir kıyasla, Cenab-ı Vâcib-ül Vücud’u bir mümkin-i miskine kıyas ederek; meselâ sinek gibi küçük mahlukların icadıyla iştigalini ondan istib’ad ediyor. Halbuki bu kıyastan küçük mahluklara bir zulm-ü azîm ve büyük bir tahkir çıkar. Zira hiçbir şey yoktur ki, kendi Hâlıkını tesbih etmesin. Ve yine mahlukattan hiçbirisi yoktur ki, dünyayı ona bir ev, güneşi lâmba, yıldızları kandiller yapan bir Rabb-i Zülcelal’den başka birisini kendine Rabb kabul etmeye tenezzül etsin. Âdeta, güya her şey-i zîhayat, yalnız kendisi dünyada varmış gibi tek bir Rabbi ve Hâlıkı tanımaktadır.
Öyle ise, büyüğün küçük üstüne tekebbüre hakkı yoktur ve caiz de değildir. Zira vücud, hak gibidir. Hak ise, büyük ile küçük arasında farketmez. Hem çok azlar var ki; hakikatta çokturlar ve çok kesîrler bulunur ki, hakikatta kalîldirler.
***
اِعْلَمْ
Ey kardeş bil ki: Şems-i Şümus’tan tâ ağacın semeresine kadar mevcudattan herhangi bir şeye im’an-ı nazarla bakılırsa; o şeyin hadsiz eşya içinden intihab edilip, seçilerek temayüz ettiği görülecektir. Şu halde hangi şey olursa olsun, nihayetsiz şeylere nazar etmektedir. Öyle ise o şeyde bizzat tasarruf eden zat, elbette ancak sıfâtının tecelliyatına nihayet olmayan bir Zat-ı Zülkemal olabilir. Feteemmel.
***
اِعْلَمْ
Ey kardeş bil ki! Umumilik, yani: (Nimetin umuma şamil olması, ve umumî bir şekil alması,) inamdaki hususî kasda ve şahsî inayete münafi olmaz. Zira Allah’ın nimetleri vakıf malı veya nehir suyu gibi değildir ki, mutlak bir in’am sayılıp da, şahıs kendi nefsinde hâs bir şükre ihtiyacını hissetmesin. Hem taayyünler ve hususiyetler, önceden yapılmış kaplar ve kalıplar gibi değildir ki, ta o taayyünün kalıbı, müteayyin olan kimseye in’amın yüzünü çevirip kazandıran bir şey olsun. Evet, Mün’im-i Hakikî (Celle Şanühü) herbir ferd için, ona münasib bir şekilde bir kabiliyet kabı ve bir istidad çanağını yapıyor, sonra da kendi
Öyle ise, büyüğün küçük üstüne tekebbüre hakkı yoktur ve caiz de değildir. Zira vücud, hak gibidir. Hak ise, büyük ile küçük arasında farketmez. Hem çok azlar var ki; hakikatta çokturlar ve çok kesîrler bulunur ki, hakikatta kalîldirler.
اِعْلَمْ
Ey kardeş bil ki: Şems-i Şümus’tan tâ ağacın semeresine kadar mevcudattan herhangi bir şeye im’an-ı nazarla bakılırsa; o şeyin hadsiz eşya içinden intihab edilip, seçilerek temayüz ettiği görülecektir. Şu halde hangi şey olursa olsun, nihayetsiz şeylere nazar etmektedir. Öyle ise o şeyde bizzat tasarruf eden zat, elbette ancak sıfâtının tecelliyatına nihayet olmayan bir Zat-ı Zülkemal olabilir. Feteemmel.
اِعْلَمْ
Ey kardeş bil ki! Umumilik, yani: (Nimetin umuma şamil olması, ve umumî bir şekil alması,) inamdaki hususî kasda ve şahsî inayete münafi olmaz. Zira Allah’ın nimetleri vakıf malı veya nehir suyu gibi değildir ki, mutlak bir in’am sayılıp da, şahıs kendi nefsinde hâs bir şükre ihtiyacını hissetmesin. Hem taayyünler ve hususiyetler, önceden yapılmış kaplar ve kalıplar gibi değildir ki, ta o taayyünün kalıbı, müteayyin olan kimseye in’amın yüzünü çevirip kazandıran bir şey olsun. Evet, Mün’im-i Hakikî (Celle Şanühü) herbir ferd için, ona münasib bir şekilde bir kabiliyet kabı ve bir istidad çanağını yapıyor, sonra da kendi
Yükleniyor...