اِعْلَمْ
Ey kardeş bil ki! Tavr-ı zulmet içinde
Bu i’lemdeki mevzu hayli müşkil bir muamma ve çok kısa cümleli bir vecize halindedir. Tercümesi belki tam olmadı. Özür dileriz. (Mütercim)
nefs-i emmarenin halatının muhafazası ile beraber; ziya ve nur taleb etmek, hem de ziyayı, nefsin zulmetli tabiatıyla birleştirmeye çalışmak, çok elîm ve şediddir. Hem o vaziyet, ziya ve nurun hürmetini ihlâl etmek, belkide onu telvis etmek demektir.
Öyle ise evvelâ zulmetten soyunup çıkmak ve uzaklaşmak lâzım.. sonra da, zulmet içinde ziyayı aramak değil, belki zulmetten ziyaya nazar lâzımdır.
***
اِعْلَمْ
Bil ey birader! Acaibdendir ki; şu insan, Kadir-i Ezelî’nin vücûb-u vücud ve vahdetini gösterecek bir fatih, bir kâşif ve bir bürhan-ı neyyir; Ve hem onu gözlere sokacak vâzıh bir delil ve nuranî bir ma’kes; Ve onun nur-u vahdetine karşı münevver bir kamer, hem cemal-i ezelîsinin tecellisine şeffaf bir ayna olmak için halkedilmiş iken; hem dahi semavat ve arz ve cibalin hamlinden dehşetlenip çekindikleri olan haml-i emanetle cilalanıp parlamışken; nedendir ki, insanların çoğu mezkûr hikmet-i hilkatine zıd ve onun tam aksine hareket ediyor?
Zira, o emanetin tazammun ettiği pek çok vecihlerinden birisi, ‘Ene’dir. Ve o ene ise, insan onunla muhit ve mutlak sıfat-ı İlahiyeyi anlamak için bir vâhid-i kıyasî iken, hem o sıfatları tenvir edecek bir anahtar olduğu halde; fakat gaflet veya şirk-i hafî ile o ene, bir nokta-i siyah kesilip tam aksine dönmüştür. İşte acaba ekser insanlara ne olmuş ve nedendir ki; mezkûr hikmet-i hilkatlarına perde, hicab ve sed olmuşlardır? Zira onun hikmet-i hilkatı ve vazifesi o mezkûr kapıları açmak iken, kilitlemiş.. ve o hakikatları tenvir iken karartmıştır. Hem emanetten olan ‘ene’ ile vahdaniyet-i İlahiyeyi anlamak iken, şirk koşmuştur. Ve o enenin mirsadıyla Allah’a bakmak ve bulmak ve bütün
____________________________________
Ey kardeş bil ki! Tavr-ı zulmet içinde
Bu i’lemdeki mevzu hayli müşkil bir muamma ve çok kısa cümleli bir vecize halindedir. Tercümesi belki tam olmadı. Özür dileriz. (Mütercim)
nefs-i emmarenin halatının muhafazası ile beraber; ziya ve nur taleb etmek, hem de ziyayı, nefsin zulmetli tabiatıyla birleştirmeye çalışmak, çok elîm ve şediddir. Hem o vaziyet, ziya ve nurun hürmetini ihlâl etmek, belkide onu telvis etmek demektir.
Öyle ise evvelâ zulmetten soyunup çıkmak ve uzaklaşmak lâzım.. sonra da, zulmet içinde ziyayı aramak değil, belki zulmetten ziyaya nazar lâzımdır.
اِعْلَمْ
Bil ey birader! Acaibdendir ki; şu insan, Kadir-i Ezelî’nin vücûb-u vücud ve vahdetini gösterecek bir fatih, bir kâşif ve bir bürhan-ı neyyir; Ve hem onu gözlere sokacak vâzıh bir delil ve nuranî bir ma’kes; Ve onun nur-u vahdetine karşı münevver bir kamer, hem cemal-i ezelîsinin tecellisine şeffaf bir ayna olmak için halkedilmiş iken; hem dahi semavat ve arz ve cibalin hamlinden dehşetlenip çekindikleri olan haml-i emanetle cilalanıp parlamışken; nedendir ki, insanların çoğu mezkûr hikmet-i hilkatine zıd ve onun tam aksine hareket ediyor?
Zira, o emanetin tazammun ettiği pek çok vecihlerinden birisi, ‘Ene’dir. Ve o ene ise, insan onunla muhit ve mutlak sıfat-ı İlahiyeyi anlamak için bir vâhid-i kıyasî iken, hem o sıfatları tenvir edecek bir anahtar olduğu halde; fakat gaflet veya şirk-i hafî ile o ene, bir nokta-i siyah kesilip tam aksine dönmüştür. İşte acaba ekser insanlara ne olmuş ve nedendir ki; mezkûr hikmet-i hilkatlarına perde, hicab ve sed olmuşlardır? Zira onun hikmet-i hilkatı ve vazifesi o mezkûr kapıları açmak iken, kilitlemiş.. ve o hakikatları tenvir iken karartmıştır. Hem emanetten olan ‘ene’ ile vahdaniyet-i İlahiyeyi anlamak iken, şirk koşmuştur. Ve o enenin mirsadıyla Allah’a bakmak ve bulmak ve bütün
____________________________________
Yükleniyor...