Hem nefis, çok defa dünyevî metalibinin damarlarını bir desise ile ebedîleştirmek için, âhiret tarlasında tesbit eyler. Evet çünkü o metalibin iki yüzü vardır:

Birinci vechi: Dünyaya bakar ki, sebatsız, belki hebaen mensuradırlar.

İkinci vechi ise: Âhirete bakar, onun esasatı arz-ı âhiretle ittisal peyda edip öyle devam eder. Meselâ ilim gibi; bir vechi karanlık, bir vechi ziyadardır. Fakat şeytane olan nefis, ziya tarafını sana gösterip, altında karanlık vechini yutturur. Zira nefis devekuşu, şeytan sofestaî, heva ise bektaşîdir.

***


اِعْلَمْ

Ey kardeş bil ki! Ben şeksiz, şübhesiz bir tarzda yakîn hasıl ettim ki; halk-ı eşya mes’elesinde, eğer mûcibe-i külliye tasdik edilmezse (yani herşey birinin olmak zarureti olmazsa) bilmecburiye salibe-i külliyenin sıdkı lâzım gelecektir. (Yani hiçbir şey, onun olmamak keyfiyeti.) Zira bütün mahlukat, öyle muntazam bir tesanüd ile bir küll halindedir ki, tecezzi kabul etmez. Binaenaleyh ya o veya bu, ikisinden biri mutlaka ve mutlaka kabul edilecektir.

Bakınız görünen o dur ki, herşey birinin olmasında adem-i illeti tevehhüm etmek isteyen vehm-i bâtıl, örümcek ağından yüz derece daha ehvendir. Fakat eşyadan birtek şeyi birinin olduğunu gösteren illet, bir hads-i sâdıkla herşeyin de aynı o zatın olmasını istilzam ettirir.

Ve keza Hâlık dahi, ya birdir veya gayr-ı mütenahîdir. Kat’iyyen ortası olmaz. Çünkü sani’ eğer bir Vâhid-i Hakikî olmazsa, bizzarure kesîr-i hakikî olacaktır. O ise nihayetsizdir. Şayet ikinci şıkka gidilirse, çok acib muhalat ile beraber mutlaka terkibsizliği ve birliksizliği icab ettirecek ve dolayısıyla vücud ve varlık, imtina’a saplanacaktır.

***


اِعْلَمْ

Ey kardeş bil ki; nasılki nuru verenin nuranî olmaması; ve icad edenin mevcud bulunmaması; ve mûcib olan bir zatın vâcib

Yükleniyor...