ve az bir parça taamdan çoklarını doyurması ve keler, kurt, ceylan, deve ve taşların kendisiyle tekellümleri gibi, ruvat-ı sikat ve muhakkik muhaddisînin beyan ettikleri bine bâliğ mu’cizatının delâletleri dahi onu tasdik ediyorlar. Ve keza saadet-i dâreyni cami’ olan şeriat-ı garrası onu tasdik ediyor. Geçmiş derslerde bütün saadetlerin menba-ı feyzi olan şems-i şeriatından bazı şuaları gördün ve işittin. Eğer gözünde perde, kalbinde pas ve mürde yoksa, bu kadar kâfidir, biz de burada kısa keseceğiz.

Dördüncü Reşha: Bil ki, afakî deliller nasılki o zatı (A.S.M.) tasdik ediyorlar. Onun gibi enfüsî deliller de onu tasdik etmektedirler ki, kendi zat-ı mübareki, güneş gibi kendi zatına delildir. Çünkü bil’ittifak bütün ahlâk-ı hamîde onun zatında ictima’ etmiştir. Hem vazife-i risaletindeki şahsiyet-i maneviyesi de bütün âli ve yüksek seciyeleri ve pâk ve nezih hasletleri kendinde cem’etmiştir. Hem onun kuvvet-i imanını gösteren zühd, takva ve ubudiyetinde fevkalâde kuvvetli olması, ve keza tarih-i hayatının şehadetiyle kemal-i metanet, kemal-i ciddiyet ve kemal-i vüsûku; hem kuvvet-i itminanının şehadetiyle harekâtındaki kuvvet-i emniyetidir. İşte şu mezkûr deliller gösteriyorlar ki: O zat (A.S.M.) davasında hakka mütemessik ve hakikat üzerine sâliktir. Evet nasılki yeşil yapraklar, revnekdar çiçekler ve taze meyveler, ağaçlarının hayattarlığına delil olduğu gibi; bu zat dahi davasında öyledir.

Beşinci Reşha: Bil ki, akılların muhakemesinde zaman ve mekân muhitlerinin büyük te’siratı vardır. Şimdi istersen gel! Şu muhit, asır ve zamanın hayalâtından soyunacağız. Ve bu mülevves libastan tecerrüd edeceğiz. Sonra seyyal olan zamanın denizine dalacağız. Ve yüze yüze bütün asırlar ve dehirler arasında yemyeşil ada olan saadetler asrına çıkacağız. İşte o cezire-i zamaniyye içinde bir medine-i şehba olan Ceziret-ül Arab’a bakalım. Hem o zamanın bizim için dokuduğu ve o muhitin bize diktiği libası da giyeceğiz. Tâ ki, merkez-i daire-i Risaletin kutbunu, vazifesi başında çalışırken -velev hayalen olsun- bir ziyaret edeceğiz.

Şimdi gözünü aç, bak! Şu memleketten en evvel nazarımıza ilişen ve gözümüze çarpan raik bir hüsn-ü sîret içinde, faik bir hüsn-ü suretle, mümtaz hârika bir şahıstır. İşte bak, elinde bir Kitab-ı Kerim-i Mu’ciznüma tutmuş, lisanında mûcez, hakîm bir hitabla bir hutbe-i

Yükleniyor...