sırtına almış, muhafazasına çalışıyor. Şimdi eğer o ahmak adamın cüz’î bir aklı olmuş olsaydı; derdi ki: “Yahu ben dahi geminin içindeyim, geminin malik-i zîşanına ait olan bendeki şu emaneti gemiye bırakayım, rahat edeyim. Ona birşey olmaz.”
İşte ey nefis! Sen de, İslâm dimağının gemisi üstünde (yani şuur ve basiret ve akıl üstüne müesses olan İslâm gemisi üstünde) desatir-i İs-lâmiyeyi omuzuna al, tâ ki müsterih ve mutmain olarak istifade edebilsin.
***
اِعْلَمْ
Ey insan bil ki! Seni bu cihazat-ı acibe ve makinat-ı garibe ile halkedip icad eden zat, elbette âlemi ve içindekilerini halketmesi ondan uzak görülüp istiğrab edilmez ve edilmemelidir. Çünki sendekiler var ya, yani senin içinde olan cihazat-ı acibe ve garib makinalar ve saire, âlemin küçücük nümune ve enmuzeclerinin fihristesinden ibarettir. Belki seni halkeden Hâlık, herşeyin de Hâlık ve Mûcidi olması vâcib ve zaruridir. Zira kavunu halkeden bir Hâlık, elbette o kavunun küçültülmüş ve ondan telhis edilmiş bir nümunesi ve o muhitin bir muhatı olan çekirdeğinin Hâlıkından gayri olması mümteni’ ve imkânsızdır.
***
اِعْلَمْ
Ey nefis bil ki; sen maddî vücud itibarıyla, iki had ortasında muayyen olan bir taayyün ile mukayyedsin. Hem mukayyed bir beden içinde, kayıdlı bir ömür ve mahdud bir iktidar ile mahdud bir beka içinde hududlu bir hayatın vardır. Madem öyledir; bu kısa, kalil ve fanî ömrünü; fenaya gidecek boş ve fanî bir şeye sarfetmemen lâzımdır. Belki bekaya gidecek ve ona müteveccih baki bir şeye sarfeylemek gerektir.
Çünkü meselâ şu ömürden, bu dünyadaki istifaden haydi yüz sene olsun diyelim. O yüz sene ise, daire-i İslâmiyet haricinde olsa, yüz hurma çekirdeği gibi kuru kurusuna ve çok az bir menfaat ile ve onları dikerek ağaç olup meyvelerinden yiyenlerin istifadelerini zail eder bir tarzda yiyip bitirirsin. Fakat eğer o ömrü, âhirete tevcih ederek, şeriat suyuyla ıska etsen, o zaman o fani yüz sene ömür, yüz tane semeredar ağaç olacaktır.
İşte ey nefis! Sen de, İslâm dimağının gemisi üstünde (yani şuur ve basiret ve akıl üstüne müesses olan İslâm gemisi üstünde) desatir-i İs-lâmiyeyi omuzuna al, tâ ki müsterih ve mutmain olarak istifade edebilsin.
اِعْلَمْ
Ey insan bil ki! Seni bu cihazat-ı acibe ve makinat-ı garibe ile halkedip icad eden zat, elbette âlemi ve içindekilerini halketmesi ondan uzak görülüp istiğrab edilmez ve edilmemelidir. Çünki sendekiler var ya, yani senin içinde olan cihazat-ı acibe ve garib makinalar ve saire, âlemin küçücük nümune ve enmuzeclerinin fihristesinden ibarettir. Belki seni halkeden Hâlık, herşeyin de Hâlık ve Mûcidi olması vâcib ve zaruridir. Zira kavunu halkeden bir Hâlık, elbette o kavunun küçültülmüş ve ondan telhis edilmiş bir nümunesi ve o muhitin bir muhatı olan çekirdeğinin Hâlıkından gayri olması mümteni’ ve imkânsızdır.
اِعْلَمْ
Ey nefis bil ki; sen maddî vücud itibarıyla, iki had ortasında muayyen olan bir taayyün ile mukayyedsin. Hem mukayyed bir beden içinde, kayıdlı bir ömür ve mahdud bir iktidar ile mahdud bir beka içinde hududlu bir hayatın vardır. Madem öyledir; bu kısa, kalil ve fanî ömrünü; fenaya gidecek boş ve fanî bir şeye sarfetmemen lâzımdır. Belki bekaya gidecek ve ona müteveccih baki bir şeye sarfeylemek gerektir.
Çünkü meselâ şu ömürden, bu dünyadaki istifaden haydi yüz sene olsun diyelim. O yüz sene ise, daire-i İslâmiyet haricinde olsa, yüz hurma çekirdeği gibi kuru kurusuna ve çok az bir menfaat ile ve onları dikerek ağaç olup meyvelerinden yiyenlerin istifadelerini zail eder bir tarzda yiyip bitirirsin. Fakat eğer o ömrü, âhirete tevcih ederek, şeriat suyuyla ıska etsen, o zaman o fani yüz sene ömür, yüz tane semeredar ağaç olacaktır.
Yükleniyor...