اِعْلَمْ
Ey bazı fezail-i a’mal hakkında vürûd eden rivayetler hakkında mübalağa tevehhümüne düşen adam bil ki; meselâ bazı rivayetler vardır ki, diyor: “Kim şu ameli böyle işlerse, ins ve cinnin sevabı kadar ona sevab verilecek.” Hattâ, bu yüzden bazıları demişler ki: “Bu gibi hadîslerden murad, yalnız tergib ve teşviktir.” Ve bazısı da “sevabın mutlak çokluğu muraddır” demişler.
Fakat (geçen derslerde de geçtiği gibi,) bana inkişaf eden şudur: Bu gibi müteşabihattaki kaziye mutlakadır, vaktiyyedir. (Yani mutlak olup, bazı evkata mahsustur.) Bazı vakitlerde ve bazı ferdlerde o hükmün tek bir ferdine rastlansa, o gibi rivayetin doğruluğu için kâfidir. Yoksa o gibi kaziyeler, daimî ve küllî değillerdir. Çünkü o gibi rivayetlerdeki hakikatın doğruluk ve sıhhati için (Burada) zikredilmemiş bazı maruf şartlar vardır. Şayet o kaziyeler külliye dahi olsalar, ancak mümkin birer kaziye olabilirler. Hem dahi o kaziyeler, ihlas ve kabulün kayıd ve şartlarına bağlı olduğundan daimî olamazlar.
Şimdi, şu anda bana açıldı ki; sevab, Allah’ın bir fazl ve feyzidir. Abdin nazarı ise; tecelliyat-ı feyzine nihayet olmayan Cenab-ı Hakk’ın; devamına nihayet olmayan dar-ı bekadaki nihayet ihtiyacat sahibi olan kendi ibadına i’ta ettiğini ihata edemez. Evet hangi sevab ve feyze canib-i Hak Teala’dan ona bakılırsa, mutlaka onda nihayetsizlikten bir cihet bulunur ki, ilm-i abdin ihata ettiği bütün herşey, onunla müvazene edilse, yine o cihet ziyade gelecektir.
Meselâ rivayet edilmiş ki: “Her kim bu duayı okusa, ona Musa ve Harun (Aleyhimesselâmların) sevabı verilecektir.” İşte bundan murad şudur ki: Yani şu mütenahî âlemde, mütenahî olan nazarınızla gördüğünüz ve tasavvur ettiğiniz kadarıyla (ve size göre) bir âyetin nefs-ül emirdeki kıraatının sevabına, -fakat sevab, Cenab-ı Allah’a bakması nokta-i nazarından, ihlas ve kabul şartıyla- sevabları ziyade gelmez demektir.
Hem de teşbih ise, keyfiyete değil, kemiyete bakar. Öyle ise, güneşe mukabil bir katre su, denize diyebilir: “Güneşin ziya ve elvanını almakta senin geniş yüzün, benim gözbebeğimden ziyade değildir.”
Ey bazı fezail-i a’mal hakkında vürûd eden rivayetler hakkında mübalağa tevehhümüne düşen adam bil ki; meselâ bazı rivayetler vardır ki, diyor: “Kim şu ameli böyle işlerse, ins ve cinnin sevabı kadar ona sevab verilecek.” Hattâ, bu yüzden bazıları demişler ki: “Bu gibi hadîslerden murad, yalnız tergib ve teşviktir.” Ve bazısı da “sevabın mutlak çokluğu muraddır” demişler.
Fakat (geçen derslerde de geçtiği gibi,) bana inkişaf eden şudur: Bu gibi müteşabihattaki kaziye mutlakadır, vaktiyyedir. (Yani mutlak olup, bazı evkata mahsustur.) Bazı vakitlerde ve bazı ferdlerde o hükmün tek bir ferdine rastlansa, o gibi rivayetin doğruluğu için kâfidir. Yoksa o gibi kaziyeler, daimî ve küllî değillerdir. Çünkü o gibi rivayetlerdeki hakikatın doğruluk ve sıhhati için (Burada) zikredilmemiş bazı maruf şartlar vardır. Şayet o kaziyeler külliye dahi olsalar, ancak mümkin birer kaziye olabilirler. Hem dahi o kaziyeler, ihlas ve kabulün kayıd ve şartlarına bağlı olduğundan daimî olamazlar.
Şimdi, şu anda bana açıldı ki; sevab, Allah’ın bir fazl ve feyzidir. Abdin nazarı ise; tecelliyat-ı feyzine nihayet olmayan Cenab-ı Hakk’ın; devamına nihayet olmayan dar-ı bekadaki nihayet ihtiyacat sahibi olan kendi ibadına i’ta ettiğini ihata edemez. Evet hangi sevab ve feyze canib-i Hak Teala’dan ona bakılırsa, mutlaka onda nihayetsizlikten bir cihet bulunur ki, ilm-i abdin ihata ettiği bütün herşey, onunla müvazene edilse, yine o cihet ziyade gelecektir.
Meselâ rivayet edilmiş ki: “Her kim bu duayı okusa, ona Musa ve Harun (Aleyhimesselâmların) sevabı verilecektir.” İşte bundan murad şudur ki: Yani şu mütenahî âlemde, mütenahî olan nazarınızla gördüğünüz ve tasavvur ettiğiniz kadarıyla (ve size göre) bir âyetin nefs-ül emirdeki kıraatının sevabına, -fakat sevab, Cenab-ı Allah’a bakması nokta-i nazarından, ihlas ve kabul şartıyla- sevabları ziyade gelmez demektir.
Hem de teşbih ise, keyfiyete değil, kemiyete bakar. Öyle ise, güneşe mukabil bir katre su, denize diyebilir: “Güneşin ziya ve elvanını almakta senin geniş yüzün, benim gözbebeğimden ziyade değildir.”
Yükleniyor...