latif şekliyle ve inayetinin en etemm tarzıyla ve rahmetinin en mükemmel şekliyle ve hikmetinin en dakik tavrıyla âlemin hey’et-i mecmuasından küre-i arza ve küre-i arzdan zîhayat mahluklara ve zîhayatlardan nev’-i insana ve bir ferd-i insandan onun kalbine ve insan nev’inden o nev’in kalbi, belki âlemin kalbi ve çekirdeği ve Fâtır-ı Âlem’in muhabbetinin timsali ve rahmetinin misali olan birisine müteveccih olmaktadır. İşte o âlî, gâlî, mutahhar, münezzeh kalb ise, Seyyidimiz ve Seyyid-ül Enam Hazret-i Muhammed’dir (Aleyhi Salavatün ve Teslimatün biadedi Semerati Şeceret-il Âlem). Zira âlem, Hakikat-ı Ahmediye’nin çekirdeğinden yaratıldığı gibi, ondan ve onun için halkedilen âlem, en kâmil ve mükemmel olan semere-i Muhammed’de (A.S.M.) nihayet buluyor.

***


اِعْلَمْ

Ey mevcudatın bazıları hakkında israf ve abesiyet tevehhümüne düşen gafil! Bil ki; her bir mevcudun inşa-yı vücudundaki kemal-i nizam ve mizan şu vehmi tardediyor. Çünkü nizam bir hayttır, iptir; cüz’î eczalar ve fer’î tafsiller üzerine terettüb eden gayeler, o haytta dizilmiş ve diziliyor.

Evet, bir zat bir sarayın binasında takib ettirdiği intizamın delâletiyle; bütün o sarayın tefasilindeki gayeleri müraat ettiği halde, sonra sarayın bütün cüz’î gayeleri onunla gaye olabilen ve o sarayın mecmuuna bakan küllî bir gayeyi terketmesi kat’iyyen muhaldir.

Eğer bu mes’elenin tahkikini istersen; Dinle ey bir kalb-i şehidi ve bir sem’-i hadidi bulunan arkadaş! İşte her şeyin pek çok dakik ve nâzik gayeleri vardır ki; o şey kendi malikinin enva-i tecelliyat-ı esmasına mazhariyetince ve Malikinin o şeydeki malikiyet ve tasarrufu miktarınca malikine.. zîhayata ait olanı ise, ancak onun cüz’î telebbüsü miktarıncadır.

Hem herbir şey, hadsiz zevil-ukûl arasında müşterek bir tefekkür hedefi oluyor, öyle ise, o şeyde asla abesiyet düşünülemez. Meselâ şayet bu şey, burada bu anda onu mütalaa etmezse de, elbette o zevil-ukuller onu mütalaa ederler. Bununla beraber her şeyin, herkesin bütün

Yükleniyor...