Meselâ onu, namazın fiiline teşvik eden binler sebepler ve saikler varken, bir tek vehm-i şeytanî yüzünden namazı terkeder. Hem binler berahin-i hidayetin vücudu ortada iken; bir tek sofestaînin şübhesi ile hidayeti terkedip dalâleti irtikab eyler. Halbuki insan, fıtraten vehhamdır, ihtiyat, çekingenlik ve dikkat sahibidir; on ihtimalden bir tek ihtimal ile, peşin ve hazır zararlardan tecennüb ettiği halde, nasıl oluyor da dokuz ihtimal-i kat’î, belki doksandokuz ihtimal-i kavî varken, böyle bir ezarr-ı muzırrattan çekinmemektedir.
***
اِعْلَمْ
Ey kardeş bil ki, insanın ruhunda nihayetsiz ihtiyacatı ve teellümata medar nihayetsiz kabiliyetleri ve telezzüzata musait nihayetsiz istidadları; hem nihayetsiz emeller ve elemleri taşımaya müheyya kuvaları vardır. Hattâ kalbin dalaletiyle beraber,(matbu’ Katre’nin yetmişinci sahifesinde geçtiği üzere) ondaki şefkat, gayr-ı mütenahî âlâmı tazammun etmektedir.
Öyle ise ey insan! Senin hakkın değildir ki diyesin: “Ben neyim ve kimim? Ve nasıl bir şeyim de, benim için bir kıyamet kopsun ve cüz’î amelim için terazi kurulsun ve benim üstümde bir hesab kitab muamelesi cereyan etsin.”!?.
Evet ey şek içinde çırpınan dalâletkâr bîçare! Şu dünya hayatına gururlanma! Zira dünya hayatının lezaizi, ehl-i dalalet için bir mağlata ile muallaktadır. O da bir şek ile duruyor. Demek şekçi ve dâll olan bazı kimseler, o mağlata ile zeval ve fena eleminin dehşetinden firar edip kaçıp, saadet-i ebediye ihtimalinde soluk almaktadırlar. Hem dahi tekalif-i diniyeyi yüklenmek külfetinden de firar ile, âhiretin yok olma ihtimaline sarılıyorlar. Onlar şu mağlata ile, o her iki elemden de muvakkaten kurtuluyorlar. Fakat pek az bir zaman sonra, bu mağlatalı düğüm açılacak ve hakikat-ı hal inkişaf edecektir. O zaman ne birinci ihtimal, onun elemini tahfif ettiğini; belki bütün elem ve azabı def’aten birden hissettirecektir; ve ne de ikinci ihtimal, onun yükünü hafifleştiriyor.. Belki cehennemî olan âlâmı, onun üstüne daha çok yığmakta olduğunu görecektir.
اِعْلَمْ
Ey kardeş bil ki, insanın ruhunda nihayetsiz ihtiyacatı ve teellümata medar nihayetsiz kabiliyetleri ve telezzüzata musait nihayetsiz istidadları; hem nihayetsiz emeller ve elemleri taşımaya müheyya kuvaları vardır. Hattâ kalbin dalaletiyle beraber,(matbu’ Katre’nin yetmişinci sahifesinde geçtiği üzere) ondaki şefkat, gayr-ı mütenahî âlâmı tazammun etmektedir.
Öyle ise ey insan! Senin hakkın değildir ki diyesin: “Ben neyim ve kimim? Ve nasıl bir şeyim de, benim için bir kıyamet kopsun ve cüz’î amelim için terazi kurulsun ve benim üstümde bir hesab kitab muamelesi cereyan etsin.”!?.
Evet ey şek içinde çırpınan dalâletkâr bîçare! Şu dünya hayatına gururlanma! Zira dünya hayatının lezaizi, ehl-i dalalet için bir mağlata ile muallaktadır. O da bir şek ile duruyor. Demek şekçi ve dâll olan bazı kimseler, o mağlata ile zeval ve fena eleminin dehşetinden firar edip kaçıp, saadet-i ebediye ihtimalinde soluk almaktadırlar. Hem dahi tekalif-i diniyeyi yüklenmek külfetinden de firar ile, âhiretin yok olma ihtimaline sarılıyorlar. Onlar şu mağlata ile, o her iki elemden de muvakkaten kurtuluyorlar. Fakat pek az bir zaman sonra, bu mağlatalı düğüm açılacak ve hakikat-ı hal inkişaf edecektir. O zaman ne birinci ihtimal, onun elemini tahfif ettiğini; belki bütün elem ve azabı def’aten birden hissettirecektir; ve ne de ikinci ihtimal, onun yükünü hafifleştiriyor.. Belki cehennemî olan âlâmı, onun üstüne daha çok yığmakta olduğunu görecektir.
Yükleniyor...