Hem o şekçi ve dâll adam, yine o mağlata ile der: (Fakat az bir zaman için) “Madem musibet umumîdir. Öyle ise bana da iyidir. Ben de emsalim gibiyim, boşver aldırma!” Fakat pek yakın bir zaman sonra, o umumî musibetler kadar bir musibet daha, onun üstüne toplanacaktır. Evet bir şahıs; evvelâ kendi nefsinde, sonra akrabasında, sonra ahbabındaki musibetten ayrı ayrı hissedar olduğu gibi; o da insaniyet itibariyle böyle muzaaf bir musibetle yüz yüze gelecektir. Çünkü insanın ruhunda ebna-i cinsine karşı fıtrî alâkalar vardır. O ise, musibet umumîleştikçe beliyye de o nisbette tezauf edecektir.

Ey şekçi gafil! Gaflet ve şekkin eliyle zevk ettiğin şey, zannetme ki leziz bir lezzettir. Hâyır! Belki onun içinde elîm elemlerin birikintisidir. Birgün gelecek def’aten sana hücum edecek, cehennemî elemlere kalbolacaklardır.

İşte sen eğer, seni tarassud etmekte olan şu elemlerin müteceddid lezzetlere tebeddül etmesini ve şu ateşlerin nura inkılab etmesini seversen; evkat-ı hamsede kendi gururunun burnunu, rükû’larla bük ve başını yar, genişlendir. Tâ ki imanın feyziyle, Furkan’ın misafirleri gelip konsunlar. Hem de âyatı tefekkür ve taatlere mülazemet ile müdavat yapmak lâzımdır. Tâ ki, şükûk ve gaflet perdesi parçalansın ve şu dalaletlerin zehir gibi acılığından kurtulmanın halaveti lezzet versin. Hem münacât ve duaların lezzeti de inkişaf etsin.

***


اِعْلَمْ

Ey kardeş bil ki! Ubudiyet; ihtiyar, tecrübe ve imtihansız bir şekilde mutlak bir teslimiyeti istilzam ediyor. Zira seyyid, kölesini tecrübe edebilir. Fakat abdin haddi ve hakkı yoktur ki, efendisini tecrübe ve imtihan etsin.

***


اِعْلَمْ

Ey kardeş bil ki! Daire-i İsm-i Bâtın ile daire-i İsm-i Zâhir, içiçe ve karşı karşıyadırlar.

Birinci dairenin ehli, Cenab-ı Hakk’ın kudreti hakkında meselâ “deniz gibidir” derler. İkinci dairenin ehli ise, “güneş gibidir” derler.


Yükleniyor...