Ve keza, eşya içindeki zâhirî faaliyet ve hareketlerinde müşahede etmekteyiz ki; hangi şey daha çok latif ve nuranî ise, onda sebebiyet mertebesi zahir oluyor. Ve hangi şey çok kesif ise, müsebbeblik derecesine takarrüb etmektedir. İşte bundan da anlaşılıyor ki, zâhirî esbabın Hâlıkı ve müsebbebatın mûcidi öyle bir Nur-ül Envar’dır ki,
لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ وَهُوَ السَّمِيعُ الْبَصِيرُ
لَا تُدْرِكُهُ الْاَبْصَارُ وَ هُوَ يُدْرِكُ الْاَبْصَارَ وَ هُوَ اللَّطِيفُ الْخَبِيرُ
sırlarıyla misli, misali, mesîli, şibhi, şebihi olmayan bir Semi’ ve Basir olup, nazar ve fikirler, O’nun künh-ü azametini ihata edip idrak edemeyen bir zattır.
لَا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ
***
اِعْلَمْ
Ey kardeş bil ki! Tefekkür, barid ve camid olan gafleti eriten bir nur olduğu gibi; dikkat dahi karanlıklı ve kuru evhamları yakan bir ateştir. Fakat sen kendi nefsinde ve vücudunda ve içinde tefekkür ettiğin zaman, derinliklere nüfuz eden Bâtın ism-i şerifinin muktezasıyla, inceden inceye ve yavaş yavaş ve içine dalarak bütün tafsilatıyla fasleyle. Çünkü bunda yapılan tahlil ve tafsilde san’atın kemali tamamıyla tecelli eder. Amma afakta tefekküre başladığın zaman, İsm-i Zâhir’in muktezasıyla icmalli ve sür’atli geç. İçine ve derinliklerine inme. Hem nazarı bir şeyde tahdid edip durma. Belki yalnız kaidenin izah-ı hacetine göre yap. Çünkü bunda san’atın şa’şaası, onun icmalinde ve mecmuunda daha çok celî, bâhir ve güzeldir. Yoksa aksini yaparsan, o sahilsiz denizde boğulur gidersin.
İşte eğer orayı (yani İsm-i Bâtın tecellisi inceliklerinin mazharı olan enfüs dairesini) tafsil edip, burayı (yani âfâkı) icmal edersen; vahdete yakınlaşmış olursun. Ve o zaman, sana cüz’iyatlar ecza hükmünü; enva’ da küll halini alır ve onların muhtelit olan vaziyetleri
لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ وَهُوَ السَّمِيعُ الْبَصِيرُ
لَا تُدْرِكُهُ الْاَبْصَارُ وَ هُوَ يُدْرِكُ الْاَبْصَارَ وَ هُوَ اللَّطِيفُ الْخَبِيرُ
sırlarıyla misli, misali, mesîli, şibhi, şebihi olmayan bir Semi’ ve Basir olup, nazar ve fikirler, O’nun künh-ü azametini ihata edip idrak edemeyen bir zattır.
لَا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ
اِعْلَمْ
Ey kardeş bil ki! Tefekkür, barid ve camid olan gafleti eriten bir nur olduğu gibi; dikkat dahi karanlıklı ve kuru evhamları yakan bir ateştir. Fakat sen kendi nefsinde ve vücudunda ve içinde tefekkür ettiğin zaman, derinliklere nüfuz eden Bâtın ism-i şerifinin muktezasıyla, inceden inceye ve yavaş yavaş ve içine dalarak bütün tafsilatıyla fasleyle. Çünkü bunda yapılan tahlil ve tafsilde san’atın kemali tamamıyla tecelli eder. Amma afakta tefekküre başladığın zaman, İsm-i Zâhir’in muktezasıyla icmalli ve sür’atli geç. İçine ve derinliklerine inme. Hem nazarı bir şeyde tahdid edip durma. Belki yalnız kaidenin izah-ı hacetine göre yap. Çünkü bunda san’atın şa’şaası, onun icmalinde ve mecmuunda daha çok celî, bâhir ve güzeldir. Yoksa aksini yaparsan, o sahilsiz denizde boğulur gidersin.
İşte eğer orayı (yani İsm-i Bâtın tecellisi inceliklerinin mazharı olan enfüs dairesini) tafsil edip, burayı (yani âfâkı) icmal edersen; vahdete yakınlaşmış olursun. Ve o zaman, sana cüz’iyatlar ecza hükmünü; enva’ da küll halini alır ve onların muhtelit olan vaziyetleri
Yükleniyor...