حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ

Evet, eğer biz O’nu hakkıyla tanısak ve şikayetlerimizi doğrudan doğruya yalnız O’na yapsak ve O’nu irza edebilsek; o vakit kâinat envaına dağılmış olan bütün hacatımıza karşı kâfi ve vâfi gelir. Fakat eğer zâhirî nazarda ihtiyacatımız, onların yanında olan esbaba teveccüh etsek ve şikayetlerimizi onlara yapsak, (onlar ise kör ve sağır olduklarından seslerimizi işitmez ve hacetlerimizi görüp bilmezler) İşte o zaman, işler teşevvüşe ve yollar bize teşettüte uğrayıp zelil ve perişan oluruz.

Evet nasılki bir adam, bir padişaha, bir haceti için doğrudan doğruya müracaat ile şekvasını ona etse, padişah bir anda onun o hacetini yerine getirebilir. Ve eğer o haceti için bütün bir şehir ahalisini ferden ferda arayıp bulup da şikayetini yapsa, tâ ki hepsi ona imdad için ittifak etsinler; Halbuki bütün bir şehir ahalisinin ittifakları muhaldir. Şayet muhal olmasa da, çok uzun bir zaman ve çok büyük tekellüfler neticesinde ancak mümkün olabilir.

***


اِعْلَمْ

Ey kardeş bil ki; Kur’anın letaif-i i’cazının ve kâffe-i insan için bir rahmet-i amme olmasının bir delili budur ki; Nasıl herkes için umumî âlemden ona has bir âlem varsa, öyle de, herkesin meşrebi itibariyle Kur’an’dan hususî bir Kur’anı olup, onu terbiye ve tedavî eyler.

Hem Kur’anın lütf-u irşadının mezayasının birisi de budur ki; âyetlerinin arasındaki kemal-i insicamı ve gayet irtibatı ve tamam ittisali ile, herkes kendi hidayeti ve şifası için müteaddid sûrelerden müteferrik âyetleri ahzeylemesi ona müyesser oluyor. Nasıl da, umum ehl-i meşarib ve bütün ehl-i ulûm, herbiri kendi meşrebine göre Kur’andan âyetler ahzetmişlerdir.

İşte böylece, sen Kur’anı, menazil ve nüzûl itibariyle çeşitli ulûm ve füyûz’un menbaı olarak gördüğün zaman; elbette onu sen, güya dizilmiş bir gerdanlık olmuş da, herbirisi yeni gelen ahavatıyla teellüf ve ittisal peyda etmiş olduğunu da göreceksin. Demek oluyor ki; Kur’an, ne asıldan fasla gitmekle noksanlaşır; ne de diğer âyât ile vasletmekle ürkütür.


Yükleniyor...