اَلَّذِي اَحْسَنَ كُلَّ شَيْءٍ خَلَقَهُ ر اِذَا اَرَادَ شَيْ ًا اَنْ يََقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونَ
nin sahibine mahsus bir sikke olabilir.
Dokuzuncu Lem’a: Nasılki cüz’iyat, arz ve âlem üzerinde hatem-i ehadiyeti gördün. Şimdi muhit unsurlara ve dağınık nevilere bak! Yine o hatemi göreceksin. Evet meselâ nasılki bir tarlaya bir tohumu eken bir kimse, o tarla, tohumu ekenin taht-ı tasarrufunda olduğuna ve o ekilen tohum da o tarlaya tasarruf edenin olduğuna delâlet edip; o buna, bu da ona şehadet eder. Aynen öyle de: şu mezraa-i masnuat olan unsurların külliyetleri içindeki vâhidiyet ve besatetleri lisanıyla; ve keza bir ilim ve hikmetin tayin ettiği tarz ve suret ile ihataları diliyle; Hem şu kudret mu’cizelerinin semereleri olan ve hikmet kelimeleri olan mahlukatın, şahsiyetçe birbirinin misli iken, umum yeryüzüne hikmetli intişarları lisanıyla; ve efradca birbirine müşabih oldukları halde, acib bir hikmet altında dağılarak birbirinden uzak etraflarda tavattunları lisanıyla şehadet ederler ki: muhit ve muhat, tarla ve tohum; birtek Sâniin kabza-i tasarrufundadır. İşte herbir unsur ve herbir nev’ yekdiğerine, hem herbirisi hepsine şâhidlik yapıp derler ki: “Siz kimin malı iseniz, ben de onun malıyım.” Demek herbir çiçek ve herbir meyve ve umum hayvanlar ve hayvancıklar, nâtık birer sikke, konuşan birer hâtem, söyleyen birer turra olarak meallerindeki hikmetin, intizamlarındaki halin lisanıyla derler ki: “Bu mekân kimin mülkü ise, ben de onun mülküyüm. Kimin sun’u ise, ben de onun san’atıyım. Kimin mektubu ise, ben de onun harfiyim. Ve kimin nesci ise ben de onun nakşıyım ve hakeza!..
Evet nasılki en edna bir mahluka hakiki tasarruf etmek ve en zaif bir mevcuda gerçek manada rububiyet yapmak, elbette bütün anasır kabza-i tasarrufunda bulunan kim ise, ona mahsustur. Öyle de hangi unsur olursa olsun, onun tedbir ve tedviri, ancak ve ancak bütün hayvanat ve nebatatı kabza-i Rububiyetine alıp tedbir ve terbiye eden bir zata mahsus olabilir. Bu ise öyle bir hatem-i tevhiddir ki; gözünde perde, kalbinde pas olmayan kimse görür, gösterir.
Ey nefsi firavunlaşan! Kendini tecrübe et! Kâinattan herhangi bir şeye (icad cihetinde) mâlik olabilecek misin?! Kella!.. öyle ise cüz’i olan ferdleri dinle, kulak ver, bak ne diyorlar? İşte bak herbirisi misliyet
nin sahibine mahsus bir sikke olabilir.
Dokuzuncu Lem’a: Nasılki cüz’iyat, arz ve âlem üzerinde hatem-i ehadiyeti gördün. Şimdi muhit unsurlara ve dağınık nevilere bak! Yine o hatemi göreceksin. Evet meselâ nasılki bir tarlaya bir tohumu eken bir kimse, o tarla, tohumu ekenin taht-ı tasarrufunda olduğuna ve o ekilen tohum da o tarlaya tasarruf edenin olduğuna delâlet edip; o buna, bu da ona şehadet eder. Aynen öyle de: şu mezraa-i masnuat olan unsurların külliyetleri içindeki vâhidiyet ve besatetleri lisanıyla; ve keza bir ilim ve hikmetin tayin ettiği tarz ve suret ile ihataları diliyle; Hem şu kudret mu’cizelerinin semereleri olan ve hikmet kelimeleri olan mahlukatın, şahsiyetçe birbirinin misli iken, umum yeryüzüne hikmetli intişarları lisanıyla; ve efradca birbirine müşabih oldukları halde, acib bir hikmet altında dağılarak birbirinden uzak etraflarda tavattunları lisanıyla şehadet ederler ki: muhit ve muhat, tarla ve tohum; birtek Sâniin kabza-i tasarrufundadır. İşte herbir unsur ve herbir nev’ yekdiğerine, hem herbirisi hepsine şâhidlik yapıp derler ki: “Siz kimin malı iseniz, ben de onun malıyım.” Demek herbir çiçek ve herbir meyve ve umum hayvanlar ve hayvancıklar, nâtık birer sikke, konuşan birer hâtem, söyleyen birer turra olarak meallerindeki hikmetin, intizamlarındaki halin lisanıyla derler ki: “Bu mekân kimin mülkü ise, ben de onun mülküyüm. Kimin sun’u ise, ben de onun san’atıyım. Kimin mektubu ise, ben de onun harfiyim. Ve kimin nesci ise ben de onun nakşıyım ve hakeza!..
Evet nasılki en edna bir mahluka hakiki tasarruf etmek ve en zaif bir mevcuda gerçek manada rububiyet yapmak, elbette bütün anasır kabza-i tasarrufunda bulunan kim ise, ona mahsustur. Öyle de hangi unsur olursa olsun, onun tedbir ve tedviri, ancak ve ancak bütün hayvanat ve nebatatı kabza-i Rububiyetine alıp tedbir ve terbiye eden bir zata mahsus olabilir. Bu ise öyle bir hatem-i tevhiddir ki; gözünde perde, kalbinde pas olmayan kimse görür, gösterir.
Ey nefsi firavunlaşan! Kendini tecrübe et! Kâinattan herhangi bir şeye (icad cihetinde) mâlik olabilecek misin?! Kella!.. öyle ise cüz’i olan ferdleri dinle, kulak ver, bak ne diyorlar? İşte bak herbirisi misliyet
Yükleniyor...