اِعْلَمْ

Ey kardeş bil ki! İnsan, mahrutî bir dürbün gibidir ki, o dürbünün büyük kaidesinden ve geniş olan camından bakarsan, o zaman nazarda eşya küçülüp uzaklaşarak darlaşacaktır. Fakat o dürbünün mahrutî olan başından ve küçücük merceğinden bakarsan, o vakit nazarda eşya yakınlaşıp genişlenerek tavazzuh peyda edecektir.

İşte insan dahi, suret-i cismaniyesi dairesinden nüzûl ede ede; manevî, ruhî ve berzahî olan dairelerin tabakatında dolaşarak, tâ mülk cihetiyle dairelerin en darı; ve melekût cihetiyle en genişi olan kalb kuyusunun en derin dibine kadar inebilir. Şu halde insan, sureten geniş olan daire-i cismaniyede iken, eşyayı tefekkür ederse, dürbünün ters yüzüyle bakan adam gibi, eşyayı ma’kuse görecektir. Fakat eğer zâhiren küçük, manen büyük olan daire-i kalbiye cihetinden bakarsa, eşyayı nefs-ül emirde olduğu gibi görecektir.

***


اِعْلَمْ

Ey kardeş bil ki;

لَا حَوْلَ وَ لَا قُوَّةَ اِلَّا بِاللّٰهِ

cümlesi, insanın zerreler âleminden tâ zîhayat bir vücudu giymesine kadar olan bütün etvar ve ahvaline bakmaktadır. Meselâ câmid bir maden vaziyetinden, tâ nâmi bir nebat haline, tâ hassas bir hayvan vaziyetine, tâ mü’min bir insan derecesine çıkıncaya kadar ve hakeza, bütün bu dairelere bakmaktadır. Demek o menzillerden herbir menzil ve makamın; ve o insanın letaiflerinden her bir latifenin ayrı ayrı elemleri ve ayrı ayrı emelleri vardır.

İşte meselâ:

لَا حَوْلَ عَنِ الْعَدَمِ وَ لَا قُوَّةَ عَلَي الْوُجُودِ

Ademden çıkıp vücuda gelmek için güç ve kuvvet yoktur, ancak Allah’ın havl ve kuvvetiyledir.

لَا حَوْلَ عَنِ الزَّوَالِ وَ لَا قُوَّةَ عَلَي الْبَقَاءِ اِلَّا بِاللّٰهِ

Zevalden mahfuz kalıp, beka ve devam için hiç bir şeyin gücü yetmez; ancak Allah’ın…

Yükleniyor...