tevehhüm edipte, bülbülden atın kişnemesini taleb etse, elbette kendi kendine mugalata etmiş olacaktır.



اِعْلَمْ

Ey kardeş bil ki! Senin gözünde şu dünya hayatını tezyin edip güzel gösteren şey ise, dünya mir’atında hidayet yıldızları olan eslâf-ı izam gibi büyüklerin timsallerinin parıltı ve temessülleridir. Evet, müstakbel, mazinin aynası olması sırrıyla, mazi dahi manası itibariyle berzah ile iltihak edip, suretlerini ve dünyasını istikbal ve tarih ve ezhan-ı nâsa tevdi etmiştir.

Senin o eslâf-ı izamın muhabbetleriyle hayat sevgisinde meselin şöyle bir adama benzer ki: O adam yolda giderken, yolun ortasında büyük bir aynaya rast gelir. Aynanın yüzü şarka müteveccih olduğundan, şark tarafına giden ve fakat aynada ise, garba doğru gitmekte oldukları görünen arkadaşlarının ve ahbablarının timsallerini görüyor. İşte bu adam, ahmaklığından şarktan ürkerek garba doğru koşmaya başlar.

İşte sen dahi (ey nefis!) Eğer gaflet perdesi senin yüzünden kalkarsa, o zaman sen de kendini hâlî ve susuz bir sahrada azb ve şarab için değil, belki serab ve azab için koşmakta olduğunu göreceksin.

***


اِعْلَمْ

Ey kardeş bil ki! Kur’anın nihayet yüksekliğinin ve hakkaniyetinin en sâdık delillerinden birisi budur ki: Tevhidin bütün levazımatını, umum meratibiyle muhafaza etmesi; ve hakaik-ı âliye-i İlahiyenin bütün müvazenelerini müraat etmesi; ve esma-i hüsnanın bütün mukteziyatını müştemil bulunması; ve o esmanın aralarındaki tenasübü gözetmesi; ve rububiyet ve uluhiyetin bütün şuunatını kemal-i müvazene ile kendisinde cem etmesidir. İşte bu, öyle bir hasiyettir ki, beşerin eserinde hiçbir zaman bulunmamış ve bulunamaz. Ne melekûta geçen eazım-ı insaniye olan evliyanın netaic-i efkârlarında, ne de umûrun bâtınlarına dalan “İşrakiyyun”un eserlerinde; ve ne de âlem-i gayba nüfûz eden ruhanilerin kitablarında bulunmuştur. Çünkü bütün bunlar, hakikat-ı

Yükleniyor...