mütereddid kan incimad etmeye ve o müteceddid et tefessüh etmeye başlıyorlar. Ve bilhassa bak; sende ihtiyarlık sabahı baş göstermiş; ve başının yarısını beyaz kefene sarmıştır. Ve hususan sende misafirliğe gelmiş, belki tavattun etmeye azimli olan illetler, ölümün keşif kolu olduğu gibi; hastalıklar da hêdim-ül lezzat olan mevtin pençeleri hükmündedir. Bununla beraber, senin önünde ebedî bir ömür varken, sen onu arkana atıp sırt çevirmişsin. Halbuki senin oradaki rahatın, buradaki sa’y ve gayretine terettüb ettiği halde, sen ise hırs ve tama’ın içinde pûyan olup, ebedî kalan veya dünyanın, has olarak ona ebedî kalacak adam gibi yapıyorsun. Uyan ey biçare, kendine gel! Ölüm sekeratı uyandırmadan evvel, intibaha gel!
***
اِعْلَمْ
Ey kardeş bil ki! Sen eğer Cenab-ı Hak Teala’ya malûm ve ma’ruf ünvanıyla müteveccih olsan, sana mechul ve münekker olur. Çünkü şu malûmiyet ve ma’rufiyet, ıstılahî bir tedavülün ve taklidî olarak birbirinden işitmenin ve örfî bir ülfetin neticesi olan bir şeydir. Bu ise hakikattan hissedarlık değildir. Belki sana görünen o malûmiyet ve ma’rufiyetteki bilgiler, gayet mukayyed bir şeyler olup, hiç bir zaman mutlak olan sıfatları yüklenemezler. Belki olsa olsa, ancak Zat-ı Akdes’i mülahaza etmek için bir nev’i ünvan olabilirler.
Amma eğer sen, ona mevcud-u mechul ünvanıyla teveccüh etsen, o zaman ma’rufiyetin şuaları ve mevsufiyetin berkleri ve nurları sana inkişaf ederler. İşte o zaman, senin bu marifetine, kâinat içinde mütecelli olan şu sıfat-ı muhita-i mutlakalar’ senin ince ipekten olan gömleğin ve deniz koyununun yününden mamul süslü mendilin gibi, sana ağırlık vermedikleri gibi ağırlık vermezler ve teazum edip istib’ad da edilmezler.
***
اِعْلَمْ
Ey kardeş bil ki! Sen, Cenab-ı Mucîb-üd Daavat’a münacatta bulunduğun zaman, ona karşı öyle bir tarz-ı hitabda bulun ki; o Mucîb-i Rahim, senin yanındadır ve beraberindedir ve seni görmektedir ve seni işitmektedir ve rahmet ve keremiyle sana nüzûl etmektedir gibi
اِعْلَمْ
Ey kardeş bil ki! Sen eğer Cenab-ı Hak Teala’ya malûm ve ma’ruf ünvanıyla müteveccih olsan, sana mechul ve münekker olur. Çünkü şu malûmiyet ve ma’rufiyet, ıstılahî bir tedavülün ve taklidî olarak birbirinden işitmenin ve örfî bir ülfetin neticesi olan bir şeydir. Bu ise hakikattan hissedarlık değildir. Belki sana görünen o malûmiyet ve ma’rufiyetteki bilgiler, gayet mukayyed bir şeyler olup, hiç bir zaman mutlak olan sıfatları yüklenemezler. Belki olsa olsa, ancak Zat-ı Akdes’i mülahaza etmek için bir nev’i ünvan olabilirler.
Amma eğer sen, ona mevcud-u mechul ünvanıyla teveccüh etsen, o zaman ma’rufiyetin şuaları ve mevsufiyetin berkleri ve nurları sana inkişaf ederler. İşte o zaman, senin bu marifetine, kâinat içinde mütecelli olan şu sıfat-ı muhita-i mutlakalar’ senin ince ipekten olan gömleğin ve deniz koyununun yününden mamul süslü mendilin gibi, sana ağırlık vermedikleri gibi ağırlık vermezler ve teazum edip istib’ad da edilmezler.
اِعْلَمْ
Ey kardeş bil ki! Sen, Cenab-ı Mucîb-üd Daavat’a münacatta bulunduğun zaman, ona karşı öyle bir tarz-ı hitabda bulun ki; o Mucîb-i Rahim, senin yanındadır ve beraberindedir ve seni görmektedir ve seni işitmektedir ve rahmet ve keremiyle sana nüzûl etmektedir gibi
Yükleniyor...