san’atkârane îcad edip yapan bir akla, elbette onu tahrik edip yürütmek de zor gelmez.

İşte ey miskin-i mağrur! Hakaik-ı İlahiyenin zarf ve mahalleri ise, her şeyi içine alan ve gayr-ı mahdud bulunan âlem-i haricîdir. Yoksa senin mukayyed ve daracık zihnin değildir. Öyle ise sana düşen budur ki; sen zihninin penceresinden hariçte olan hakaik-ı İlahiyeye nazar edesin. Yoksa eğer zihninin içinde onları arar, bakarsan; elbette o hakaikın azametinden akıl onlara tahammüle takat getiremiyecek ve takat getirmeyince de inkârına şürû’ edecektir.

***


اِعْلَمْ

Ey kardeş bil ki, eşyada asıl olan şey, ‘Beka’dır. Hattâ seyyal ve seri-üz zeval olan şeylerin dahi, (kelime ve tasavvurat gibi) birer başka mevzileri olup zevalden masûn kalmak için oralara tahassun ederler, ancak surette tetavvur ediyorlar.(Yani tavırdan tavra giriyorlar.) Hattâ öyle ki, bütün eşya, herbirisi birer şey-i âherin hıfzı için âdeta vazifedardır; Ya o şeyin tamamını alır, hıfzeder, (nuranî şeyler gibi) yada, o şeyin bir tarafını alıyor ve kemal-i ihtimam ile onu şeffaf kalblerinde yerleştirmek için sür’atle koşuşuyorlar.

İşte hikmet-i cedide, bu sırrı (birazcık) düşünüp anlamışsa da, mücmel düşünmüştür. Bunun içindir ki; o hikmet, ifrat ile hata edip demiş ki: “(Kâinatta) adem-i mutlak yoktur, ancak bir terekküb ve inhilal vardır.” Hâşâ! Belki Cenab-ı Hakk’ın san’atıyla bir terkibdir ve izniyle bir tahlildir ve emriyle bir icad ve idamdır.

يَفْعَلُ اللّٰهُ مَا يَشَاءُ وَ يَحْكُمُ مَا يُرِيدُ

***


اِعْلَمْ

Bil ey Said-i Şakî! Kabir bir kapıdır ki, bâtını rahmet, zâhiri ve ön tarafı ise azabdır. Hem dostlarının ve sevdiklerinin ekserisi hattâ hepsi şu kapının arka tarafında sâkindirler. Senin de onlara ve onların

Yükleniyor...