Demek şu insan, âdeta kâinat mahrutunun orta direği olarak kıyam etmiş olduğundan; kıymet-i ruhiyede bazı ferdleri zerre gibi ve bazısı da şems-üş şümus gibi olduğu halde, cisimce beraber ve bir seviyededirler. Evet insanın kuvaları tahdid ve takyid edilmemiş olmasından, mümkündür ki; enaniyet ile alçalarak, sukut ede ede tâ bir zerre ile müsavi oluncaya kadar tedenni etsin. Hem de caizdir ki; insan, ubudiyet ve terk-i enaniyet ile terakki edip, yükselerek tâ Allah’ın fazl u keremiyle bir şems-üş şümus oluncaya kadar yükselsin. Muhammed (A.S.M.) gibi.

Ve keza, insan nefsinin dalâlet-i acibesindendir ki, bazan bir şeye bakarken onun nihaî mertebesine bakar. Orada o şeyin ilk mertebesine ait levazımının yokluğunu görünce, haliyle -velevki en uzaktan olsun- onun nihayetini bitiş ve adem görüyor, sonra döner, önce yine onun yokluğunu iddia ederek derki: Madem orada, yani nihaî mertebede o yoktur. Öyle ise, buradada, yani ilk mertebede de yoktur.

Meselâ nefse dense: “Sana emrolunan şeylerle amel et! Niçin imtisal etmiyorsun?” O ise, imtisal etmeden, onun iz’anından en uzak bir şeye atlamakla başka mes’eleye intikal ettirir. Veya daire-i tevhidin en geniş cihetine varır ve der: “Bunları bilmeye ve iz’an etmeye kuvvetim yetmez.” Halbuki nefsin, bu halinde ise, ilk dairelerde kendisine elzem ve onunla me’mur olan evamir-i teklifiyeye karşı temerrüd eden bir enaniyeti gizlenmektedir.

Ve keza, nefsin garib bir hızlanı da budur ki: Kendi havass ve duygularını ve kendisince bilinen esbab-ı mümkinenin iktidarlarını vücud için bir mikyas ve onun tahakkuku için bir mihenk yaparak kendisinin ilim ve zihninin alamadığı ve fikrinin ona dar geldiği şeyleri (icad ve vücud noktasında) inkâr etmeye başlar. Hattâ o dereceye varır ki, kendisince bilinen mümkin-i miskinin iktidarı dâhilinde olmayan şeyleri Allaha vermekte teâmi ebip inkâra yeltenir.

Onun misali şöyle bedevî bir adama benzer ki: Büyük bir gemiye rast gelir, bakar ki; kendisi ve emsali gibi şeyler o geminin tahrik ve yürütmesinden âcizdirler. İşte (bu ahmak) adam; bu gemi kat’iyyen yürümez diye hükmeyler. Fakat vakta ki gemi harekete başlar, mütehayyir kalıp ıztırarından tutar, geminin hareketini garib bir tesadüfe havale eder. Halbuki bu miskin tefekkür edip düşünebilse idi ki; bu gemiyi böylece

Yükleniyor...