masiyetin bir masiyet olmadığına, hem onun haline muttali olan Hafaza melaikeleri ve saireyi inkâra kadar dayandırır ve nihayet de bir gün gelir şiddet-i hacaletinden gelen bir hal ile, yevm-i hesabın olmamasını temenni etmeye kadar gider. İşte şu vaziyette kalan o adam, âhiret gününün nefyine dair vâhî bir vehme de rastlasa, hemen kavi bir bürhan gibi telakki edip yapışır. Ve hakeza, tâ kalbi karartıncaya kadar gider. El’iyazü billah!..
***
اِعْلَمْ
Ey kardeş bil ki! (Matbu’) Lemaat kitabının 30. sahifesinde işaret edildiği üzere, Kur’anın lemaat-ı mu’cizatının ve kemal-i belâgatının bir alâmeti budurki: Heyetleri ve cümleleri arasında raik bir selaseti, faik bir selâmeti, metin bir tesanüdü, rasin bir tenasübü ve bir teavün ve tecavübü cem’etmesidir.
Evet Kur’an, hacetlerin mevkilerine göre ayrı ayrı zamanlarda, müteferrik ve kıt’a kıt’a, birbiri ardısıra nüzul edip (irşad ve ıslah ettiği halde) güya bir defada nüzûl etmiş gibidir. Hem esbab-ı nüzûl, birbirine muhalif ve mübayin olduğu halde, kemal-i tesanüdünden güya yalnız sebeb birdir. Hem çeşitli ve mükerrer suallere cevab olarak geldiği halde, nihayet imtizac ve ittihadından sanki bir sual-i vâhidin cevabıdır. Hem birbirinden ayrı ve müteaddid ahkâmın hâdiselerini beyan ederek geldiği halde, kemal-i intizamından güya hâdise birdir, hem tenezzülat-ı İlahiyeyi tazammun ederek muhatabların fehimlerinin üslublarına uygun olarak nüzûl ettiği halde, (hususan kendisine nüzûl eden zatın (A.S.M.) çeşitli ve mütehalif hâlât-ı telakkisiyle beraber) nihayet temasül (birbirinin misli) ve selasetinden; Ve keza müteaddid ve fehm ve istidadca birbirinden baîd olan esnaf-ı muhatabîne müteveccihen konuşup geldiği halde, sühulet-i beyanından ve cezalet-i nizamından ve vuzuh-u ifhamından dolayı güya muhatab yalnız birdir. Hattâ herkes zanneder ki, adeta Kur’an bizzat kendisine hitab ediyor.
Hem mütefavit ve birbirine girift olan irşadın gayat-ı aksasına îsal edip hidayetbahşa nüzûl ettiği halde, kemal-i istikamet ve nizamından bütün o maksad ve gayeler dört kutbun etrafında dönerler. O dört kutub ise bunlardır:
اِعْلَمْ
Ey kardeş bil ki! (Matbu’) Lemaat kitabının 30. sahifesinde işaret edildiği üzere, Kur’anın lemaat-ı mu’cizatının ve kemal-i belâgatının bir alâmeti budurki: Heyetleri ve cümleleri arasında raik bir selaseti, faik bir selâmeti, metin bir tesanüdü, rasin bir tenasübü ve bir teavün ve tecavübü cem’etmesidir.
Evet Kur’an, hacetlerin mevkilerine göre ayrı ayrı zamanlarda, müteferrik ve kıt’a kıt’a, birbiri ardısıra nüzul edip (irşad ve ıslah ettiği halde) güya bir defada nüzûl etmiş gibidir. Hem esbab-ı nüzûl, birbirine muhalif ve mübayin olduğu halde, kemal-i tesanüdünden güya yalnız sebeb birdir. Hem çeşitli ve mükerrer suallere cevab olarak geldiği halde, nihayet imtizac ve ittihadından sanki bir sual-i vâhidin cevabıdır. Hem birbirinden ayrı ve müteaddid ahkâmın hâdiselerini beyan ederek geldiği halde, kemal-i intizamından güya hâdise birdir, hem tenezzülat-ı İlahiyeyi tazammun ederek muhatabların fehimlerinin üslublarına uygun olarak nüzûl ettiği halde, (hususan kendisine nüzûl eden zatın (A.S.M.) çeşitli ve mütehalif hâlât-ı telakkisiyle beraber) nihayet temasül (birbirinin misli) ve selasetinden; Ve keza müteaddid ve fehm ve istidadca birbirinden baîd olan esnaf-ı muhatabîne müteveccihen konuşup geldiği halde, sühulet-i beyanından ve cezalet-i nizamından ve vuzuh-u ifhamından dolayı güya muhatab yalnız birdir. Hattâ herkes zanneder ki, adeta Kur’an bizzat kendisine hitab ediyor.
Hem mütefavit ve birbirine girift olan irşadın gayat-ı aksasına îsal edip hidayetbahşa nüzûl ettiği halde, kemal-i istikamet ve nizamından bütün o maksad ve gayeler dört kutbun etrafında dönerler. O dört kutub ise bunlardır:
Yükleniyor...