Hem kâinatın bütün zerreleri ve mürekkebleri muhtelif dilleriyle ve çeşitli delâletleriyle güya bu şiiri inşad etmektedirler:

عِبَارَاتُنَا شَتَّي وَ حُسْنُكَ وَاحِد½ وَ كُلٌّ اِلَي ذَاكَ الْجَمَالِ يُشِيرُ

(Her ne kadar cemalin bir tane ise de, fakat ona dair olan ibarelerimiz ayrı ayrıdır. Lâkin bütün bu ayrı ayrı ibarelerimizin hepsi, senin o cemaline işaret ederler.)

Evet kitab-ı kâinatın herbir harfi kendi nefsinin vücuduna bir tek vecih ile ve bir harf miktarınca delâlet eder. Amma kâtib ve sani’inin vücuduna çok vecihlerle delâlet etmekte ve ona tecelli eden esma-i hüsnaya uzun bir kaside inşad edip, güya lisan-ı halleriyle şu beyti okumaktadırlar:

تَاَمَّلْ سُطُورَ الْكَاءِنَاةِ فَاِنَّهَا مِنَ اْلَمَلاِ الْاَعْلَي اِلَيْكَ رَسَاءِلُ



اِعْلَمْ

Ey kardeş bil ki! Tecelliyatın aynaları çok mütenevvidirler. Meselâ cam, su, hava -hususan kelimeler için hava-, âlem-i misal, ruh, akıl, hayal, zaman ve saire gibi daha bizim bilmediğimiz veya senin bilmediğin pek çokturlar. Hem kesif olan maddiyatın aynalardaki akislerinin timsalleri, hükümce asıldan ayrı ve hakikatta ölüdürler. Hem asıldaki hasiyetten tamamen mahrum oldukları gibi, aslın büsbütün gayrısıdırlar. Evet halis nuranîler veya nim-nuranîler hariç kalmak şartıyla, maddilerin akislerinin fotoğraf kağıdına intikallerinde, ancak yalnız suretinin hüviyet-i maddiyesi geçebiliyor. Amma nuranîlerin timsalleri ise, hükmen aslıyla bitişik ve hakikatça onunla mürtebittirler. Hem aynı zamanda aslının hasiyetlerine malik olup, ondan ayrı ve gayrı değillerdir.

İşte eğer Cenab-ı Fâtır (C.C.) güneşin hararetini, onun hayatı.. ve ziyasını, şuuru.. ve ondaki elvan-ı seb’ayı, duyguları yapmış olsa idi; o zaman, güneş senin elindeki aynanın kalbinde -telefonun ve mir’at-ı

Yükleniyor...