kendisinden ve imkânından onun semereleri sağılmış olsaydı; hurufatı da ondan tereşşuh etmiş olsaydı; elbette (başıboş bir tarzda) intişar ederek saçılıp yayılacaktı.. ve mutlaka intizamdan çıkarak karmakarışık olacaktı. Halbuki her şeyde tam bir istikrar ve kâmil bir intizam vardır. Öyle ise, eşyadaki nakışların yazılışı o şeyden gelen bir yazı olmadığı gibi, hiçbir zaman da o bunu yazmış değildir. Belki (olsa olsa) kaderin çizdiği plân ve mistar üzerinde kudret kalemiyle yazılan şeylerdir.

***


اِعْلَمْ

Ey kardeş bil ki! Hayret edilecek garaibdendir ki, bütün âlemi ihata etmek için yeltenmeye çalışan ve hattâ daire-i imkândan çıkıp haricinde nüfuz etmeye kalkışan insanın aklı, bir de bakarsın; bir katrede garkoluyor, bir zerrede yok oluyor ve bir saç kadar ehemmiyetsiz bir şey içinde kayboluyor. Öyleki, bütün vücud ve varlık o haldeki aklın yanında; içine girip fani olduğu şeyin cirmine sığışıyor. Hattâ onu ihata eden herşeyle birlikte, aklı yutmuş olan o noktacık içine girip yerleşmek istiyor.

***


اِعْلَمْ

Ey insan bil ki! Eğer mülk ve vücud, senin (hakiki) malın olmuş olsaydı, o zaman, o mülk ve vücudun taahhüd ve muhafazası ve musibetlere karşı olan tahavvüfünün çok ağır külfeti sebebiyle; senin ondan aldığın ferah ve tena’umu, gam ve kederlerle âlûde ederek sana bir vasıta-i azab olacaktı. Halbuki onun hakikî maliki olan Mün’im-i Kerim, sana verdiği nimeti bütün levazımatıyla beraber taahhüd ediyor. Sana tefviz edilip havale edilen şey ise; yalnız onun sofra-i ihsanından yemek, içmek ve şükretmektir. Evet şükür, nimetin lezzetini ziyadeleştirir. Çünkü şükür, nimet içinde in’amı görmekten ibarettir. İn’amın rü’yeti ise, nimetin zevalindeki elemi izale eyler. Zira şükürlü nimet, zevale gitmekle yerini ademe vermiyor ki, elem versin. Belki meyve gibi gelecek olan emsaline yer boşaltmaktadır. Bu ise sana nimetteki teceddüd lezzetini de vermektedir.

Yükleniyor...