Görmez misin ki, bütün kabarcıkların, belki bütün damlacıkların -katrelerden olsun, cam parçalarından olsun- hepsi güneşin timsalini almakta müsâvi ve beraberdirler. Eğer onlar konuşabilseydiler, hepsi ayrı ayrı diyeceklerdi ki: “Güneş benimdir ve benim yanımdadır ve benim içimdedir ve benimle beraberdir.” Hem o zerrelerin güneşle münasebet kurmalarında, ne seyyaratın gözleri, ne denizlerin geniş yüzleri ve ne de güneşin azameti onlara bir müzahamet vermiyor. Evet, Cenab-ı Hak ile bizim aramızda olan münasebetsizlikle beraber -bizim kendi gayr-ı mütenahî olan fakrımızı ve hakaretimizi bilmemiz nisbetinde- onun yakınlığı ve münasebeti daha çok ziyadeleşir.
Şimdi bak ki, aczine ve fakrına nihayet olmayan bir insan ile; onun gınasına, kudretine ve izzetine ve azametine had ve nihayet olmayan bir Zat-ı Zülcelal arasında olan münasebet ne kadar eltaf bir münasebettir. İşte tesbih ederiz o zatı ki, nihayet azamet içinde nihayet lütfu ve gayet ceberut içinde nihayet re’feti dercetmiştir. Hem nihayet kurbu, gayetsiz bu’dla cem’etmiştir.. Ve zerrelerle güneşler mabeyninde bir uhuvvet bırakmış ve böylece kudretini cem’-i ezdad ile izhar etmiştir.
Evet, bak gör ki, nasıl yer ve göklerin haşmetli tedbirleri onu hevam ve haşaratın nâzik ve nazenin tedbirlerinden meşgul etmiyor. Hem berr ve bahrin azametli tedbiri, onu en küçük arı ve kuşçukların icadından ve denizlerin derinliklerindeki küçücük balıkların ihyasından alıkoymuyor. Hem berrin şiddetli fırtına ve tipileri ve bahrin hiddet ve gazabı o zatı; denizin kesafetli derin suları altında ve dehşetli dalgalarının karanlığı ortasında ve azametli zelzeleleri içinde ve gecenin zulmeti ve bulutun karanlığı tahtında; en gizli ve en hafî mekânda mütevekkilane duran, en hafî ve en zaif ve en âciz ve en küçük bir hayvanı kemal-i lütuf ve ihsan ile terbiye edip rızkını vermekten bir zahmet görmüyor. Demek, denizin gazabı arasında ve onun ekşi, heybetli, a’bûs çehresi arkasında rahmet-ı Rahman tebessüm etmektedir. Çünkü bak şu koca deniz, kendi vüs’atli nağmeleri diliyle
يَاعَظِيمُ يَا جَلِيلُ يَا كَبِيرُ يَا اَللّٰهُ سُبْحَانَكَ
Şimdi bak ki, aczine ve fakrına nihayet olmayan bir insan ile; onun gınasına, kudretine ve izzetine ve azametine had ve nihayet olmayan bir Zat-ı Zülcelal arasında olan münasebet ne kadar eltaf bir münasebettir. İşte tesbih ederiz o zatı ki, nihayet azamet içinde nihayet lütfu ve gayet ceberut içinde nihayet re’feti dercetmiştir. Hem nihayet kurbu, gayetsiz bu’dla cem’etmiştir.. Ve zerrelerle güneşler mabeyninde bir uhuvvet bırakmış ve böylece kudretini cem’-i ezdad ile izhar etmiştir.
Evet, bak gör ki, nasıl yer ve göklerin haşmetli tedbirleri onu hevam ve haşaratın nâzik ve nazenin tedbirlerinden meşgul etmiyor. Hem berr ve bahrin azametli tedbiri, onu en küçük arı ve kuşçukların icadından ve denizlerin derinliklerindeki küçücük balıkların ihyasından alıkoymuyor. Hem berrin şiddetli fırtına ve tipileri ve bahrin hiddet ve gazabı o zatı; denizin kesafetli derin suları altında ve dehşetli dalgalarının karanlığı ortasında ve azametli zelzeleleri içinde ve gecenin zulmeti ve bulutun karanlığı tahtında; en gizli ve en hafî mekânda mütevekkilane duran, en hafî ve en zaif ve en âciz ve en küçük bir hayvanı kemal-i lütuf ve ihsan ile terbiye edip rızkını vermekten bir zahmet görmüyor. Demek, denizin gazabı arasında ve onun ekşi, heybetli, a’bûs çehresi arkasında rahmet-ı Rahman tebessüm etmektedir. Çünkü bak şu koca deniz, kendi vüs’atli nağmeleri diliyle
يَاعَظِيمُ يَا جَلِيلُ يَا كَبِيرُ يَا اَللّٰهُ سُبْحَانَكَ
Yükleniyor...