için olurdu ki, onların sanii hâşâ sümme hâşâ şuursuz, hissiz, ilimsiz, ihtiyarsız ve kemalsiz olması lâzım gelirdi. Tâ ki, bu meyveler bu derece ucuz, kıymetsiz ve mebzul olsunlar. Halbuki şuurkârane, itkanperverane, hakîmane ve muhtarane olan şu san’atlar, bu bâtıl faraziyeyi en şiddetli bir şekilde tekzib edip reddederler. Öyle ise ikinci şık olarak, o Sani-i Zülkemal, Kadir, Mürid, Alim, Hakîm bir Vâcib-ül Vücud’dur. Ve her şeyin melekûtu elinde olup, ona nisbeten
*
اِنَّمَا اَمْرُهُ اِذَا اَرَادَ شَيْ ًا اَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ
مَا خَلْقُكُمْ وَلَا بَعْثُكُمْ اِلَّا كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍ
dir.
Hem her bir masnuda, insan ve hayvanatın istihlâklerine bakan cüz’î faidelerinden başka, onun saniine bakan pek çok hikmetler ve gayeleri vardır ki; o saniin tecelliyat-ı esmasına ve şuunat-ı rububiyeti içindeki faaliyetinin esrarına aittir.
Evet hiç mümkün müdür ki, şu feyz-i umumînin menşei kör bir kuvvet olsun da, şu semereler sel gibi ondan akıp gelmiş olsunlar ve sonra tesadüf ve ittifakiyatın elleri onlarla oynayabilsin ve mel’abegâhı olsun? (Hâşâ sümme haşa mümkün değildir.)
Evet, o masnulardaki şu hakîmane ve intizamkârane ve şuurdarane itkanlı hususiyetler, kat’î ve yakinî bir surette kör tesadüfün ve sağır ittifakiyetin ellerini onlara karışmaktan red ve tardederler. Öyle ise, bizzarure nev’en ve kemiyeten şu meydandaki mebzul ucuzluk ve kolaylık ve ferden ve şahsiyeten ve keyfiyeten bu ittikan ve iktisad ise, Cevad-ı Mutlak ve Hakîm-i Mutlak ve Kadir-i Mutlak (C.C.) ve amme nevalühû ve şemele ihsanühû’den gelen bir cûd-u mutlaka şehadet ederler.
İşte takdis ederiz o zatı ki; nihayet cûd-u mutlakını, nihayet muktesidane hikmet ile cem’eder. Ve gayr-ı mahdud feyz-i mutlakını, bir nizam-ı tammın ve hassas bir terazinin ve âdil bir adalet-i hassasenin zurufunda derceder. Evet, bu üç hakikat, kâinatta o derece hükümfermadırlar ki; koca fil gibi büyük mahlukları, zerre gibi ısırıcı küçük bir sineğin kocaman vücudunun bir zerresini ısırmasına karşı mü
*
اِنَّمَا اَمْرُهُ اِذَا اَرَادَ شَيْ ًا اَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ
مَا خَلْقُكُمْ وَلَا بَعْثُكُمْ اِلَّا كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍ
dir.
Hem her bir masnuda, insan ve hayvanatın istihlâklerine bakan cüz’î faidelerinden başka, onun saniine bakan pek çok hikmetler ve gayeleri vardır ki; o saniin tecelliyat-ı esmasına ve şuunat-ı rububiyeti içindeki faaliyetinin esrarına aittir.
Evet hiç mümkün müdür ki, şu feyz-i umumînin menşei kör bir kuvvet olsun da, şu semereler sel gibi ondan akıp gelmiş olsunlar ve sonra tesadüf ve ittifakiyatın elleri onlarla oynayabilsin ve mel’abegâhı olsun? (Hâşâ sümme haşa mümkün değildir.)
Evet, o masnulardaki şu hakîmane ve intizamkârane ve şuurdarane itkanlı hususiyetler, kat’î ve yakinî bir surette kör tesadüfün ve sağır ittifakiyetin ellerini onlara karışmaktan red ve tardederler. Öyle ise, bizzarure nev’en ve kemiyeten şu meydandaki mebzul ucuzluk ve kolaylık ve ferden ve şahsiyeten ve keyfiyeten bu ittikan ve iktisad ise, Cevad-ı Mutlak ve Hakîm-i Mutlak ve Kadir-i Mutlak (C.C.) ve amme nevalühû ve şemele ihsanühû’den gelen bir cûd-u mutlaka şehadet ederler.
İşte takdis ederiz o zatı ki; nihayet cûd-u mutlakını, nihayet muktesidane hikmet ile cem’eder. Ve gayr-ı mahdud feyz-i mutlakını, bir nizam-ı tammın ve hassas bir terazinin ve âdil bir adalet-i hassasenin zurufunda derceder. Evet, bu üç hakikat, kâinatta o derece hükümfermadırlar ki; koca fil gibi büyük mahlukları, zerre gibi ısırıcı küçük bir sineğin kocaman vücudunun bir zerresini ısırmasına karşı mü
Yükleniyor...