اِعْلَمْ يَ قَلْبِي
Ey kalbim, bil ki! Hâlıkımızın, Mâlikimizin ve Mevlâmızın ma’rifeti olmaksızın, dünyanın lezzet ve zinetleri cennet de olsalar, yine cehennemdir. Evet, ben öyle zevkettim ve böyle de müşahede ettim. Hattâ, (Eski matbu’) Katre Risalesinin 71. sahifesinde geçtiği üzere şefkat nimetinde ve marifetindeki lezzet, dünya ve mâfihanın lezzetlerine, hattâ Cennet bile olsa, râcih geliyor.
* * *
اِعْلَمْ يَ قَلْبِي
Bil ey kalbim! Bu dünyada cereyan eden her şeyin, her hâdisenin iki yüzü vardır. Bir yüzü dünyaya, nefse ve hevaya bakar; bir yüzü de, âhirete nazar eder. Amma dünyaya müteveccih olan yüzde ise, dünyanın en büyük ve en ağır ve en sabit işleri ve emirleri dahi hakikatta ve nefs-ül emirde o derece küçük ve hafif ve zevale maruzdurlar ki, kalbin merakla, titremekle, teellümle ve şiddet-i teemmülle müşevveş olmasına değer, müvazi ve lâyık olacak bir şey değillerdir.
,* * *
اِعْلَمْ يَ قَلْبِي
Bil ey kalbim! Acaba hiç böylesi ahmak, ebleh ve echel bir adam bulunurmuki; güneşin timsalini, meselâ bir zerre-i şeffafe içinde görse, yahut onun tecellisini bir çiçeğin renk ve boyasında müşahede etse, sonra da o zerrede görünen güneşcikte veya o çiçeğin sıbgasında parlayan muvakkat bir tecellicikte; âlem sarayının tavanındaki sirac-ı vehhacı bütün levazımatıyla -hattâ güneşin seyyarat için olan cazibesini ve umum âleme merkeziyetini- o güneşcik ve tecellicikte arasın ve taleb etsin! Ve sonra da o ahmak sarhoş, o zerre ve o çiçekte müşahede ettiği güneşciğin başına bir arıza gelir, zail olursa; kasr-ı nazarıyla ve inhisar-ı fikriyle gündüz ortasında gökyüzünde parlayan güneşin vücudunu; sair bütün şeffaf zerrelerin ve bütün şebnemlerin ve reşhaların ve katrelerin ve deniz yüzündeki kabarcıkların ve havuzların ve
Ey kalbim, bil ki! Hâlıkımızın, Mâlikimizin ve Mevlâmızın ma’rifeti olmaksızın, dünyanın lezzet ve zinetleri cennet de olsalar, yine cehennemdir. Evet, ben öyle zevkettim ve böyle de müşahede ettim. Hattâ, (Eski matbu’) Katre Risalesinin 71. sahifesinde geçtiği üzere şefkat nimetinde ve marifetindeki lezzet, dünya ve mâfihanın lezzetlerine, hattâ Cennet bile olsa, râcih geliyor.
* * *
اِعْلَمْ يَ قَلْبِي
Bil ey kalbim! Bu dünyada cereyan eden her şeyin, her hâdisenin iki yüzü vardır. Bir yüzü dünyaya, nefse ve hevaya bakar; bir yüzü de, âhirete nazar eder. Amma dünyaya müteveccih olan yüzde ise, dünyanın en büyük ve en ağır ve en sabit işleri ve emirleri dahi hakikatta ve nefs-ül emirde o derece küçük ve hafif ve zevale maruzdurlar ki, kalbin merakla, titremekle, teellümle ve şiddet-i teemmülle müşevveş olmasına değer, müvazi ve lâyık olacak bir şey değillerdir.
,* * *
اِعْلَمْ يَ قَلْبِي
Bil ey kalbim! Acaba hiç böylesi ahmak, ebleh ve echel bir adam bulunurmuki; güneşin timsalini, meselâ bir zerre-i şeffafe içinde görse, yahut onun tecellisini bir çiçeğin renk ve boyasında müşahede etse, sonra da o zerrede görünen güneşcikte veya o çiçeğin sıbgasında parlayan muvakkat bir tecellicikte; âlem sarayının tavanındaki sirac-ı vehhacı bütün levazımatıyla -hattâ güneşin seyyarat için olan cazibesini ve umum âleme merkeziyetini- o güneşcik ve tecellicikte arasın ve taleb etsin! Ve sonra da o ahmak sarhoş, o zerre ve o çiçekte müşahede ettiği güneşciğin başına bir arıza gelir, zail olursa; kasr-ı nazarıyla ve inhisar-ı fikriyle gündüz ortasında gökyüzünde parlayan güneşin vücudunu; sair bütün şeffaf zerrelerin ve bütün şebnemlerin ve reşhaların ve katrelerin ve deniz yüzündeki kabarcıkların ve havuzların ve
Yükleniyor...