zerrecik olan bir tohumu, cezalet-i san’atça incir ağacından aşağı olmadığı gibi; insan dahi küre-i arzdan san’at ve cezaletçe geri değildir. Öyle ise, bir tohum ve bir insanı icad edip getiren zat, elbette ağaç ve âlemin ibrazı ona zor gelmez.
İşte ey cânib-i hakta istib’ad, istiğrab, hayret ve istinkâr ile evhama düşüp dalâlete sapan biçare! Şu geçen tahkikat ile işittin ki, nihayetsiz istib’ad ve gayetsiz istiğrab ve hadsiz hayret; hem tahakkuk etti ki, hesabsız külfet; çok acib ve sayısız muhalatıyla beraber anladın ki, senin eşyayı bil’asale esbaba veya nefislerine verip giriftar olduğun canib-i bâtılındadır.
İşte, ervah ve ukûl’ün bu gibi dalâletden neş’et eden ızdırabatı; elbette çar u naçar kalbleri Vâcib-ül Vücud, Vâhid-i Ehad’e teslim ile iltica etmek üzere firar ettiriyor.. Odur ki; ancak her şey, onun kudretine tefviz edilmekle mes’ele vuzuha kavuşur.. Ve ancak onun iradesine rabt ve ittisal ile muğlak düğümler açılabilir.. Ve ancak onun ismine ve zikrine bağlatmakla bütün mes’elelerde kalb ve yakin mutmain olup, istikrar kesbedebilir. (C.C.)
,* * *
اِعْلَم
Ey kardeş bil ki! İnsanın meydan-ı iştigali ve himmetinin cevelan sahası, ihata edilemiyecek kadar geniş olduğu halde; bazan bir zerre içinde geziyor.. Bir katrede yüzüyor.. Ve bir noktada habsoluyor. Hâl böyleyken, aynı o insan, bazan bütün âlemi, gözü önüne koyuyor. Bazan da kâinatı, kendi aklının içine vaz’ediyor. Hattâ bazan haddini tecavüz ederek Vâcib-ül Vücud’u görmek ve müşahede etmeye kadar elini uzatmak istiyor.
İşte şu insan, öyle oluyorki zerreden daha çok küçüldüğü halde, bazan da, semavattan daha büyük ve geniş oluyor. Buna göre şu insan, bir katre içine girip sıkışabildiği gibi, fıtrat ve mükevvenat bütün erkân ve envaıyla o insanın içine giripte yerleşebiliyor!..
, * * *
İşte ey cânib-i hakta istib’ad, istiğrab, hayret ve istinkâr ile evhama düşüp dalâlete sapan biçare! Şu geçen tahkikat ile işittin ki, nihayetsiz istib’ad ve gayetsiz istiğrab ve hadsiz hayret; hem tahakkuk etti ki, hesabsız külfet; çok acib ve sayısız muhalatıyla beraber anladın ki, senin eşyayı bil’asale esbaba veya nefislerine verip giriftar olduğun canib-i bâtılındadır.
İşte, ervah ve ukûl’ün bu gibi dalâletden neş’et eden ızdırabatı; elbette çar u naçar kalbleri Vâcib-ül Vücud, Vâhid-i Ehad’e teslim ile iltica etmek üzere firar ettiriyor.. Odur ki; ancak her şey, onun kudretine tefviz edilmekle mes’ele vuzuha kavuşur.. Ve ancak onun iradesine rabt ve ittisal ile muğlak düğümler açılabilir.. Ve ancak onun ismine ve zikrine bağlatmakla bütün mes’elelerde kalb ve yakin mutmain olup, istikrar kesbedebilir. (C.C.)
,* * *
اِعْلَم
Ey kardeş bil ki! İnsanın meydan-ı iştigali ve himmetinin cevelan sahası, ihata edilemiyecek kadar geniş olduğu halde; bazan bir zerre içinde geziyor.. Bir katrede yüzüyor.. Ve bir noktada habsoluyor. Hâl böyleyken, aynı o insan, bazan bütün âlemi, gözü önüne koyuyor. Bazan da kâinatı, kendi aklının içine vaz’ediyor. Hattâ bazan haddini tecavüz ederek Vâcib-ül Vücud’u görmek ve müşahede etmeye kadar elini uzatmak istiyor.
İşte şu insan, öyle oluyorki zerreden daha çok küçüldüğü halde, bazan da, semavattan daha büyük ve geniş oluyor. Buna göre şu insan, bir katre içine girip sıkışabildiği gibi, fıtrat ve mükevvenat bütün erkân ve envaıyla o insanın içine giripte yerleşebiliyor!..
, * * *
Yükleniyor...