2 - Uluhiyet ve vücûb ki, aslâ ve kat’â tek bir şeriki ve şirketi kabul etmezlerken; öylesi bir uluhiyette ve vücubî bir vücudda hadsiz, gayr-ı mütenahî şürekayı farzetmek lâzım gelecek. Çünkü eşya Vâhid-i Vâcib’e isnad edilmediği zaman, her birisi için; o şeyin içinde bir ilahın bulunması icab edecektir.

3 - Her bir zerrenin bütün zerrata hem hâkim, hem her hepsine birden ve hem de ayrı ayrı herbirisine mahkûm farzetmek lâzım gelecektir. Nasılki kemerli kubbelerdeki taşların bânisi yoktur denildiği vakit, o zaman her bir taş, bir usta kadar maharetli, hâkim ve mühendis olması iktiza eder. Çünkü eşyadaki nizam, intizam, ittikan ve hikmetler, bunu böyle iktiza ediyorlar. Zira onlarda tesadüfe haveleye mahall yoktur.

4 - Her bir zerre ve sebebde, muhit bir şuurun ve tam bir ilmin ve mutlak bir basarın bulunduğunu farzetmek lâzım gelecektir. Zira onlardaki müvazene, tenazür, tesanüd ve teavün; muhit bir şuuru, mutlak bir basarı, ve hakeza herbirisinde bunlar gibi sıfat-ı muhitaları iktiza ediyorlar.

İşte eğer eşya kendi kendilerine isnad edilirse, o zaman onların zatlarında bu mezkûr sıfatları tasavvur etmek lâzım gelir. Ve şayet esbaba isnad edilse, o vakit aynı bu mezkûr sıfatları onların sebeblerinde tasavvur etmek icab eder.. Hatta belki onların zerrelerinin herbirisinde bu sıfât-ı muhitaları tasavvur ve farzetmek iktiza eder.. Ve hakeza müteselsil muhalât ve aklî mümteniât ve ebatıl ki, vehimler dahi bundan kaçıyorlar.

Amma eğer mertebe-i vücûb ve vahdet sahibi olan sahib-i hakikîlerine isnad edilse, hiçbirşey lâzım gelmez. Yalnız o zerreler ve mürekkebleri; in’ikas sırrıyla, güneşin timsalciklerini yüklenen yağmur taneleri gibi, ezelî ve gayr-ı mütenahî, bir ilim ve iradeye istinad eden, belki tazammun eden gayr-ı mütenahî mutlak ve muhit olan lemaat-ı kudretin nuranî tecelliyatına bir mazhar olmaları vardır ki, mahlukattaki bütün mu’cizeler öylesi bir kudrete şehadet ediyorlar. İşte böyle bir kudretin en küçük bir parıltısı, imkân ve kesretin bir güneşinden dahi ecell ve a’lâdır. Çünkü imkân ve kesret canibinde tecezzi, tevzi’ ve inkısam vardır. Vahdet ve vücub canibinde ise aslâ!..

Hem o kudret-i mutlakanın bir zerresi, esbabın dağlarından dahi büyüktür. Çünkü bir cüz’-ü nuranînin tecellisi, küllün hâsiyetine maliktir. Velevki imkân canibinde de olsa… Âdeta onun küllü, küllî hükmünü

Yükleniyor...