sür’at-i tenasül ve istinsahının bir sırr-ı lâtifidir. Hem nuranî bir şeyin vahdetiyle beraber, çoğalıp külliyet kesbetmesinin bir remz-i şerifidir.

Meselâ, bir lâmbanın karşısına bir tek ayine konulsa, lâmba o ayinede kolaylıkla göründüğü gibi; binler ayinelerde dahi yine aynı kolaylıkla görünmesi gibi bir sırdır.

* * *

اِعْلَمْ

Ey kardeş bil ki! Nebiyy-i Zîşan Aleyhissalatü Vesselâm’a getirilen salavat; sahib-i Mi’racın Aleyhissalatü Vesselâmın makamına feyz ü rahmetini akıtan ve in’am sofralarını açıp seren bir Mün’im-i Kerim’in ziyafet ve davetine bir icabet gibidir.

İşte, Zat-ı Risalet’e (A.S.M.) salavat getiren adam, meselâ Peygamber’i (A.S.M.) bir sıfatla tavsif ettiği vakit, o sıfatın nereye baktığını bilmek; ve o sıfatın merci’ ve menatını düşünmek lâzımdır. Tâ ki tekrar be-tekrar salavat getirmeye iştiyak göstersin.

,* * *

اِعْلَمْ اَيُّهَ الْعَالِمُ الدِّينِيا

Bil ey din âlimi! Senin ilminin rağbet görmemesine ve ücretinin azlığına merak edip mahzun olma! Zira dünyevî ücret ve mükâfatlar, kıymet-i zatiyenin derecesine göre değil, belki yalnız ihtiyaç cihetine bakıyor. Amma meziyet-i zatiye ciheti ise, mükâfat-ı uhreviyeye nâzırdır. Öyle ise, birkaç kuruşluk meta-i gurur olan dünya malını satın almak için; ebedî bir hayatın pırlantası olan ilmini feda etmek sana yakışmaz ve caiz değildir.

اِعْلَمْ

Bil ey gazete lisanı ile konuşan muharrir ve hatib-i umumî! Sana düşen odur ki: Sen tevazu edip hazm-ı nefs ederek, nedametkârane kusurunu ilan etmendir. Amma açıktan açığa temerrüdkârane bir surette şeair-i İslâmiyeye zıd olan şeyleri neşretmeye hakkın yoktur. Sana nereden icazet gelmiş ve kim seni tevkil etmiş ve hangi hak ile cesaret gösteriyorsun ki, (kendi bâtıl zu’muna göre ve kendi ölçün dâhilinde) dinî

Yükleniyor...