kabuklar içerisinde araştırırsa; elbette ya belahete düşmüş veya inkâra sapmış olması lazımdır.
Aynen bunun gibi; Peygamberimiz’in (A.S.M.) mebadi-i zuhuruna dair tarihlerin naklettiği evsafın suretine maddî ve sathî ve surî bir nazarla bakan bir adam, elbette mahiyet-i nebeviyenin derki ve kıymetinin takdiri ve şahsiyet-i maneviyesinin marifeti ona müyesser olamaz. Belki tevarih ve siyerin naklettikleri evsafa, ince bir kışır nazarıyla bakması lâzımdır ki; o kışır ve kabuk, feza-yı melekûtta kamer gibi cevelan eden bir kumrunun üstünden inşikak etmiş olduğunu bilsin.
Hem o zatın levazım-ı beşeriyetinden ve ahval-i suriyesinden olarak görünen şeyleri, bir çekirdeğin kabuğu gibi görmesi lâzımdır ki, o kabuktan şecere-i tuba-i Muhammediye (A.S.M.) inkişaf etmiş ve o şecere, dehr ve zamanların akışı boyunca feyz-i İlahî ile sulanmış ve fazl-ı Rabbanînin imdadıyla neşv ü nema bulmuştur.
İşte o zatın (A.S.M.) bidayet-i emirdeki ahval-i suriyesinden insanın kulağına birşey geldiği zaman, lâzımdır ki; zihni onda hapsolmasın. Belki her ne vakit bunlardan birşey işitirse; sür’atle, hemen o zatın bidayet-i ahvalinden başını kaldırıp, hâlâ ve el’an terakkî ve tesa’ud eden ve münteha-yı terakkisi idrâk olunamayan kemalât-ı maneviyesine bakması lâzımdır.
Ve keza, insanların nazarını aldatıp ayağını kaydıran, hususan şekci, şüpheci ve müteharri müşterinin nazarını perdeleyen esbabdan birisi de budur ki; masdariyet ile mazhariyetin mabeynini ve menbaiyet ile ma’kesiyetin arasını ve mana-yı ismî ile mana-yı harfînin ortasını ve zatiyle tecelli mabeynini tefrik edip ayırmamaktır.
İşte, Peygamber’in (A.S.M.) zatı, bir abd-i mahzdır. Ve Allah’a olan ubudiyeti bütün mahlukatınkinden daha çoktur. Öyle ise o zata; (A.S.M.) tecelliyat-ı İlahiyeye bir mazhar ve bir ma’kes nazarıyla bakılması istilzam eder. Ve onda olan bütün kemalât ise, Cenab-ı Hakk’ın feyz-i fazlından geldiğini bilmek gerektir.
Evet, defalarca söylemişiz ki; meselâ bir zerre, -velev bir sinek başı kadar olsun- kendisinde bir masdariyeti istiab edip yerleştiremez. Fakat mazhariyet noktasında semavatın bütün yıldızları dahi olsa, istiab edebilir. Hal böyle iken, gafletli nazarlar, eşyaya evvelâ ve bizzat zatiyet
Aynen bunun gibi; Peygamberimiz’in (A.S.M.) mebadi-i zuhuruna dair tarihlerin naklettiği evsafın suretine maddî ve sathî ve surî bir nazarla bakan bir adam, elbette mahiyet-i nebeviyenin derki ve kıymetinin takdiri ve şahsiyet-i maneviyesinin marifeti ona müyesser olamaz. Belki tevarih ve siyerin naklettikleri evsafa, ince bir kışır nazarıyla bakması lâzımdır ki; o kışır ve kabuk, feza-yı melekûtta kamer gibi cevelan eden bir kumrunun üstünden inşikak etmiş olduğunu bilsin.
Hem o zatın levazım-ı beşeriyetinden ve ahval-i suriyesinden olarak görünen şeyleri, bir çekirdeğin kabuğu gibi görmesi lâzımdır ki, o kabuktan şecere-i tuba-i Muhammediye (A.S.M.) inkişaf etmiş ve o şecere, dehr ve zamanların akışı boyunca feyz-i İlahî ile sulanmış ve fazl-ı Rabbanînin imdadıyla neşv ü nema bulmuştur.
İşte o zatın (A.S.M.) bidayet-i emirdeki ahval-i suriyesinden insanın kulağına birşey geldiği zaman, lâzımdır ki; zihni onda hapsolmasın. Belki her ne vakit bunlardan birşey işitirse; sür’atle, hemen o zatın bidayet-i ahvalinden başını kaldırıp, hâlâ ve el’an terakkî ve tesa’ud eden ve münteha-yı terakkisi idrâk olunamayan kemalât-ı maneviyesine bakması lâzımdır.
Ve keza, insanların nazarını aldatıp ayağını kaydıran, hususan şekci, şüpheci ve müteharri müşterinin nazarını perdeleyen esbabdan birisi de budur ki; masdariyet ile mazhariyetin mabeynini ve menbaiyet ile ma’kesiyetin arasını ve mana-yı ismî ile mana-yı harfînin ortasını ve zatiyle tecelli mabeynini tefrik edip ayırmamaktır.
İşte, Peygamber’in (A.S.M.) zatı, bir abd-i mahzdır. Ve Allah’a olan ubudiyeti bütün mahlukatınkinden daha çoktur. Öyle ise o zata; (A.S.M.) tecelliyat-ı İlahiyeye bir mazhar ve bir ma’kes nazarıyla bakılması istilzam eder. Ve onda olan bütün kemalât ise, Cenab-ı Hakk’ın feyz-i fazlından geldiğini bilmek gerektir.
Evet, defalarca söylemişiz ki; meselâ bir zerre, -velev bir sinek başı kadar olsun- kendisinde bir masdariyeti istiab edip yerleştiremez. Fakat mazhariyet noktasında semavatın bütün yıldızları dahi olsa, istiab edebilir. Hal böyle iken, gafletli nazarlar, eşyaya evvelâ ve bizzat zatiyet
Yükleniyor...