in’am ve ihsanın mahlukat üstünde daimî mülâzım kalması, elbette ve elbette gayet zâhir ve bâhir olarak gösterir ki; ayine ve mazharlarda görünen ve tezahür eden o cemal; ve semeredar, süslü asarını gösteren o kemal, o mazharların malı ve cemali olmamasıyla; gayet efsah bir beyanla, gayet evzah bir bürhanla ilan eder ki; o bir cemal-i mücerredin ve bir ihsan-ı müceddedin ve bir Vâcib-ül Vücud’un ve bir Baki-i Vedud’un hâs ve mahsus cemal ve kemalidirler.
Neam, belî!.. Mükemmel olan bir eser, bilbedahe mükemmel bir fiile delâlet eder. Ve o mükemmel olan fiil ise, bizzarure mükemmel bir isme ve bir fâile delâlet eder. Ve sonra, o mükemmel olan isim ise, bilâ-şek velâ şübhe mükemmel bir vasfa, yani bir ünvana delâlet eder. Sonra, o mükemmel vasıf ve ünvan ise, şeksiz ve şüphesiz şuûn-u zatiye denilen mükemmel bir kabiliyet ve istidada delâlet eder. Ve o mükemmel kabiliyet ve istidad ve şe’n ise, bilyakîn o zata lâyık ve münasib bir şekilde onun kemal-i zatına delâlet eder ve hakkalyakîn mertebesinde gösterir.
Dördüncü Mertebe
جَلَّ جَلَالُهُ اَللّٰهُ اَكْبَرُد
Evet o öyle bir Adl-i Âdil, Hakem-i Hakîm-i Ezelî’dir ki; şu şecere-i kâinatın temel ve esaslarını altı gün zarfında hikmet ve meşietinin usûlüyle te’sis edip, kaza ve kaderinin düsturlarıyla faslederek, âdet ve sünnetinin kanunlarıyla nazmedip, inayet ve rahmetinin namuslarıyla tezyin ederek, esma ve sıfâtının cilveleriyle tenvir etmiştir.
Evet, bu hakikat, kâinatın masnuatındaki intizamât ve mevcudatında görünen süslü suretler ve bunların birbirlerine teşabüh ve tenasübleri ve tecavüb, teavün ve teanukları; ve her şeyde kaderin, o şeyin kamet-i kabiliyetine göre biçtiği miktarca şuurî bir ittikan-ı san’at bulunmasının şehadetiyle sabittir.
İşte kâinat ve mevcudatın tanzimatındaki hikmet-i amme; ve tezyinatlarındaki inayet-i tamme; ve mevcudatı in’am ve ihsanlarla taltif
Neam, belî!.. Mükemmel olan bir eser, bilbedahe mükemmel bir fiile delâlet eder. Ve o mükemmel olan fiil ise, bizzarure mükemmel bir isme ve bir fâile delâlet eder. Ve sonra, o mükemmel olan isim ise, bilâ-şek velâ şübhe mükemmel bir vasfa, yani bir ünvana delâlet eder. Sonra, o mükemmel vasıf ve ünvan ise, şeksiz ve şüphesiz şuûn-u zatiye denilen mükemmel bir kabiliyet ve istidada delâlet eder. Ve o mükemmel kabiliyet ve istidad ve şe’n ise, bilyakîn o zata lâyık ve münasib bir şekilde onun kemal-i zatına delâlet eder ve hakkalyakîn mertebesinde gösterir.
Dördüncü Mertebe
جَلَّ جَلَالُهُ اَللّٰهُ اَكْبَرُد
Evet o öyle bir Adl-i Âdil, Hakem-i Hakîm-i Ezelî’dir ki; şu şecere-i kâinatın temel ve esaslarını altı gün zarfında hikmet ve meşietinin usûlüyle te’sis edip, kaza ve kaderinin düsturlarıyla faslederek, âdet ve sünnetinin kanunlarıyla nazmedip, inayet ve rahmetinin namuslarıyla tezyin ederek, esma ve sıfâtının cilveleriyle tenvir etmiştir.
Evet, bu hakikat, kâinatın masnuatındaki intizamât ve mevcudatında görünen süslü suretler ve bunların birbirlerine teşabüh ve tenasübleri ve tecavüb, teavün ve teanukları; ve her şeyde kaderin, o şeyin kamet-i kabiliyetine göre biçtiği miktarca şuurî bir ittikan-ı san’at bulunmasının şehadetiyle sabittir.
İşte kâinat ve mevcudatın tanzimatındaki hikmet-i amme; ve tezyinatlarındaki inayet-i tamme; ve mevcudatı in’am ve ihsanlarla taltif
Yükleniyor...