konuşmak ve düşünmek gibi şeylerdir. Ve bunların da insanın elinde olanı, ancak yüz cüz’ünden şüpheli bir tek cüz’dür. İşte en eşref ve ihtiyarca en geniş bir sebeb dahi böyle hakikî tasarruftan -gördüğün gibi- eli bağlı olursa, acaba behimat ve cemadat, Hâlık-ı Arz ve Semavat’ın icad-ı rububiyetinde nasıl şerik olabilirler?
Evet, bir padişahın hediyesini içine koyup sana gönderdiği bir zarf veya atiyyesine sardığı bir mendil veya bir nimetini eline verip sana irsal ettiği bir nefer, o padişahın saltanatında şerik olmaları nasılki mümkin değillerdir. Aynen öyle de; bize onların elleriyle müddehar olan niam-ı İlahiye gönderilen sebebler veya bize hediye edilen ataya-yı Sübhaniyeye sarılan esbab dahi, elbette hiç bir cihetle ve hiç bir zî aklın yanında mümkin değildir ki, şerik-i uluhiyet veya onun muînleri veya te’sir-i hakikî sahibi olan vasıtalar olsunlar. (Hâşâ!)
İkinci Mertebe
اَللّٰهُ اَكْبَرُ مِنْ كُلِّ شَيْءٍ قُدْرَةً وَ عِلْمًاد
Yani: Cenab-ı Allah, ilim ve kudretiyle herşeyden daha büyüktür, daha azîmdir. Çünkü o öyle bir Hallâk-ı Alîm, Sani-i Hakîm ve Rahman-ı Rahim’dir ki; kâinat bostanındaki şu mevcudat-ı arziye ve ecram-ı ulviye, bilbedahe bir Hallâk-ı Alîm’in mu’cizat-ı kudretidirler… Ve küre-i arz bağistanında serpilmiş şu süslü, renkli nebatat ve onda neşrettirilmiş bu çeşitli ve ayrı ayrı alâmet-i fârikalı hayvanat, bizzarure bir Sani-i Hakîm’in san’atının hârikalarıdır. Ve o bağistanın ruy-i zemin bahçesindeki şu mütebessim çiçekler ve mütezeyyin semereler ise, bilmüşahede bir Rahman-ı Rahim’in rahmetinin hedayasıdırlar.
İşte o bostan-ı kâinat şehadet edip ve şu bağistan-ı arz, nida ederek ve bu bahçe-i zemin ilan edip diyorlar ki: O bostan-ı kâinatı halkeden Hâlık ve şu bağistan-ı arzı tasvir eden Musavvir ve bu zemin bahçesini zîhayat mahlukatına rahmetiyle hibe eden Vâhib, elbette her şeye kadirdir ve onun ilmi her yeri ve her şeyi muhit olup, ilim ve rahmetiyle her yeri ihata etmiş ve her mekânı kaplamıştır. Evet onun kudretine nisbeten zerrat ile nücûm, az ile çok, küçük ile büyük,
Evet, bir padişahın hediyesini içine koyup sana gönderdiği bir zarf veya atiyyesine sardığı bir mendil veya bir nimetini eline verip sana irsal ettiği bir nefer, o padişahın saltanatında şerik olmaları nasılki mümkin değillerdir. Aynen öyle de; bize onların elleriyle müddehar olan niam-ı İlahiye gönderilen sebebler veya bize hediye edilen ataya-yı Sübhaniyeye sarılan esbab dahi, elbette hiç bir cihetle ve hiç bir zî aklın yanında mümkin değildir ki, şerik-i uluhiyet veya onun muînleri veya te’sir-i hakikî sahibi olan vasıtalar olsunlar. (Hâşâ!)
İkinci Mertebe
اَللّٰهُ اَكْبَرُ مِنْ كُلِّ شَيْءٍ قُدْرَةً وَ عِلْمًاد
Yani: Cenab-ı Allah, ilim ve kudretiyle herşeyden daha büyüktür, daha azîmdir. Çünkü o öyle bir Hallâk-ı Alîm, Sani-i Hakîm ve Rahman-ı Rahim’dir ki; kâinat bostanındaki şu mevcudat-ı arziye ve ecram-ı ulviye, bilbedahe bir Hallâk-ı Alîm’in mu’cizat-ı kudretidirler… Ve küre-i arz bağistanında serpilmiş şu süslü, renkli nebatat ve onda neşrettirilmiş bu çeşitli ve ayrı ayrı alâmet-i fârikalı hayvanat, bizzarure bir Sani-i Hakîm’in san’atının hârikalarıdır. Ve o bağistanın ruy-i zemin bahçesindeki şu mütebessim çiçekler ve mütezeyyin semereler ise, bilmüşahede bir Rahman-ı Rahim’in rahmetinin hedayasıdırlar.
İşte o bostan-ı kâinat şehadet edip ve şu bağistan-ı arz, nida ederek ve bu bahçe-i zemin ilan edip diyorlar ki: O bostan-ı kâinatı halkeden Hâlık ve şu bağistan-ı arzı tasvir eden Musavvir ve bu zemin bahçesini zîhayat mahlukatına rahmetiyle hibe eden Vâhib, elbette her şeye kadirdir ve onun ilmi her yeri ve her şeyi muhit olup, ilim ve rahmetiyle her yeri ihata etmiş ve her mekânı kaplamıştır. Evet onun kudretine nisbeten zerrat ile nücûm, az ile çok, küçük ile büyük,
Yükleniyor...