mescidde bir abd-i sâcid vaziyetini vermiştir. Hem kâinatı bir mülk suretinde inşa ettiği gibi, insanı da onda bir memlûk olarak bina etmiştir. Hem yine kâinattaki san’at-ı İlahiye o derece hârika ve mu’cizanedir ki; kâinatın hey’et-i mecmuası bir kitab şeklini aldığı gibi, insandaki sıbga-i Rabbaniye dahi onda hitab çiçeğini açmıştır. Hem kâinattaki âsâr-ı kudret-i Rabbaniye, haşmet ve celali gösterdiği gibi; insanda tecelli eden rahmet-i İlahiye dahi nimetlerini dizip tanzim ediyor. Hem kâinattaki saltanat-ı uluhiyetin âsâr-ı haşmetkâranesi onun vâhidiyetine şehadet ettiği gibi, insandaki ni’met-i Rabbaniye dahi, onun ehadiyetini ilan ediyor. Hem kâinatın küll ve cüz’, bütün erkânında görünen sükûn olsun, hareket olsun her şey, onun birer sikke-i samedaniyesi olduğu gibi, insanın cisim ve azasındaki bütün hüceyreler ve zerreler dahi onun birer hatemidirler.

Şimdi gel, zat-ı kibriyanın muntazam, muttasık olan âsâr-ı kudretine nazar et, bak! Nasıl subh-u rûşen gibi mutlak bir sehaveti, bir sür’at-i mutlaka içinde, bir intizam-ı mutlakla beraber görürsün. Ve bu sür’at-i mutlakayı da nihayet derecede mutlak bir sühulet içinde bir ittizan-ı mutlak ve ölçülülük ve düzgünlük ile beraber göreceksin. Hem mutlak bir genişlik ve vüs’at içinde, mutlak bir ittifak ve uygunluğu; hem nihayet bu’d-u mutlak içinde nihayet derece bir hüsn-ü san’atı ve nihayet karışıklık içinde son derece bir ittikan-ı san’atı; hem nihayet derecede kesret ve bolluk içinde olmakla beraber, son derece bir kıymettarlık ile nihayet derece bir imtiyaz ve tefriki bilmüşahede göreceksin.

İşte şu göz önündeki keyfiyet ise, eserlerde yapılmış olan san’atlar ve bütün bu eserler, bir tek zatın malı olduğunu ve o ise, ancak kudret-i mutlaka sahibi bir alîm-i mutlak olduğunu kabul etmeye dair âkıl-ı muhakkik için gayet parlak bir şahid-i sâdık olduğu gibi; münafık-ı ahmak için ise, onu kabula zorlayan bir vaziyettir. Evet vahdette mutlak bir sühulet vardır. Kesrette ve şirkte ise müngalık, yani çıkılmaz bataklık gibi bir suubet vardır.

Çünkü, kâinat ve bütün eşya bir Vâhid-i Ehad’e isnad edildiği zaman, kâinat bir ağaç kadar ve bir ağaç bir semere kadar ibtida’da (varedip meydana getirmek) kolaylaşır. Fakat eğer kesrete ve şirkete isnad edilirse; bir ağaç, bir kâinat kadar ve bir tek meyve, bütün ağaçlar kadar imtinalı bir suubete girerler. Çünkü, bir vâhid, bir tek fiil ile külfetsiz, mübaşeretsiz, olarak kesretli eşyaya bir vaziyet verir ve bir

Yükleniyor...