اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ عَلَياْلاِيمَانِ بِاللّٰهِ
İman-ı billâh nimetine karşı Elhamdülillah!.. Çünkü onunla ruh-u insanî, idam karanlıklarından ve kâinatların vahşetinden ve matem-i umumîden ve …den ve …den ve …den ve …den ve …den ve sayılamıyacak olan ruh için bütün yakıcı ve yandırıcı ahvalden kurtulur ve halâs bulur.
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ عَلَي نُورِ اْلاِيمَانِ
Ve keza nur-u iman nimetine hamdolsun ki; bize Muhsin, Kerim, Vedud, Reûf, Rahîm bir zatı melce’ olarak göstermiştir. Evet o imandır ki, hayat-ı ebediyeyi bize nurlandırmış, nurlu göstermiş; Hem saadet-i ebediyeyi müjdeliyerek ziyalandırmıştır. Ve o iman ise, istimdad ve istinad noktalarını muhtevidir. Hem kâinat yüzüne serpilmiş olan rahmetin vechi üzerinden matem-i umumî perdesini kaldıran ve ref’ eden yine o imandır. Hem teceddüd ve deveran-ı emsal keyfiyetini göstermek suretiyle, lezaiz-i meşruadan firak elemlerini izale eder. Hem, in’am şeceresini göstererek, o nimetleri bizimle beraber olarak idame ettirir. Hem nur-u imandan önce, kâinat; ecnebî düşmanlar ve dehşetli, vahşetli cenazeler tevehhüm edilmekte iken; nur-u iman, o vaziyet-i mevhumeyi tebdil edip, onları sevgili kardeşler ve hayatdar arkadaşlar vaziyet-i hakikiyesine tahvil ediyor.
Hem o nur, bütün kâinat ve dünya ve âhiretin tamamını rahmet-i İlahiye ile dolmuş olarak her bir mü’mine hediye olduğunu ve o mü’min, kendisine hibe edilmiş pek çok ve mütenevvi’ havas ve vesaitiyle hak olarak müzahametsiz bir tarzda umumundan istifade edebileceğini tasvir eder. Öyle ise, o mü’mine haktır ve ona lâzımdır ki, desin:
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ عَلَي كُلِّ مَصْنُوعَاتِهِ
Hem ona lâzım ve üzerine vâcibdir ki; bütün kâinat, yed-i kudretinde olan ve o kâinatı istediği anda istediği kimseye verebilen bir zattan başka bir Rab ve ma’bud ve mahbub ve maksuda razı olmasın.
İman-ı billâh nimetine karşı Elhamdülillah!.. Çünkü onunla ruh-u insanî, idam karanlıklarından ve kâinatların vahşetinden ve matem-i umumîden ve …den ve …den ve …den ve …den ve …den ve sayılamıyacak olan ruh için bütün yakıcı ve yandırıcı ahvalden kurtulur ve halâs bulur.
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ عَلَي نُورِ اْلاِيمَانِ
Ve keza nur-u iman nimetine hamdolsun ki; bize Muhsin, Kerim, Vedud, Reûf, Rahîm bir zatı melce’ olarak göstermiştir. Evet o imandır ki, hayat-ı ebediyeyi bize nurlandırmış, nurlu göstermiş; Hem saadet-i ebediyeyi müjdeliyerek ziyalandırmıştır. Ve o iman ise, istimdad ve istinad noktalarını muhtevidir. Hem kâinat yüzüne serpilmiş olan rahmetin vechi üzerinden matem-i umumî perdesini kaldıran ve ref’ eden yine o imandır. Hem teceddüd ve deveran-ı emsal keyfiyetini göstermek suretiyle, lezaiz-i meşruadan firak elemlerini izale eder. Hem, in’am şeceresini göstererek, o nimetleri bizimle beraber olarak idame ettirir. Hem nur-u imandan önce, kâinat; ecnebî düşmanlar ve dehşetli, vahşetli cenazeler tevehhüm edilmekte iken; nur-u iman, o vaziyet-i mevhumeyi tebdil edip, onları sevgili kardeşler ve hayatdar arkadaşlar vaziyet-i hakikiyesine tahvil ediyor.
Hem o nur, bütün kâinat ve dünya ve âhiretin tamamını rahmet-i İlahiye ile dolmuş olarak her bir mü’mine hediye olduğunu ve o mü’min, kendisine hibe edilmiş pek çok ve mütenevvi’ havas ve vesaitiyle hak olarak müzahametsiz bir tarzda umumundan istifade edebileceğini tasvir eder. Öyle ise, o mü’mine haktır ve ona lâzımdır ki, desin:
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ عَلَي كُلِّ مَصْنُوعَاتِهِ
Hem ona lâzım ve üzerine vâcibdir ki; bütün kâinat, yed-i kudretinde olan ve o kâinatı istediği anda istediği kimseye verebilen bir zattan başka bir Rab ve ma’bud ve mahbub ve maksuda razı olmasın.
Yükleniyor...