Üçüncü Hakikat: Kat’iyyen gördüm ki, dünya bütün lezaiziyle birlikte ağır bir yüktür ve bir bağ ve kayıddır. Ruhu bozulmuş hastalardan başka, kimse ona razı olmaz. Evet, bütün kâinatla alâkalanmaktansa ve bütün esbaba karşı ihtiyaçlı bulunmaktansa ve bütün vesaitlere temelluk edip boyun eğmektense ve bütün mevhum olan kör, sağır ve birbirine zıd ve müteşâkis erbabın arasında mütezebzib ve mütereddid bir şekilde kalmaktansa; bir Rabb-i Vâhid, Semî’ ve Basîr’e iltica etmek daha evlâdır ve lâzımdır. Öyle bir Rab ki, ona tevekkül etsen, senin herşeyine bedel kâfi ve vâfi bir vekildir.

Dördüncü Hakikat: Ey ene! Bil ki, senin başına dolanıp sarılan ilmî icad silsileleri; ve senin enaniyetine bitişen, bağlanan şuurîçe sınaî satırları ve hem nefsinin ve zatının (fıtrî) ihtiyacatı elleriyle aldığın imdad ve icabet vesileleri ise, kat’iyyen delâlet ediyorlar ki, senin mûcidin ve saniin ve mugîsin, senin bütün hastalıklarının enînlerini duyar, onlara acır ve merhamet eder. Ve hâcât ve emellerinin nidalarını işitir ve kendini her vesile ile tanıttırmak suretiyle bütün ihtiyaçlarını kaza ettiğini ve edeceğini taahhüd eyler.

Evet bilmüşahede o Sani-i Hakîm ve Mûcid-i Rahîm, senin küçücük bir hüceyreciğinin nida-yı hacetine lebbeyk ile cevap verip meded ettiği halde; acaba böyle herşeye Semî’ ve Basîr olan o Sani-i hakim ve Mûcid-i Kerim, nasıl senin büyük ve küllî dualarına icabet ve meded etmesin?!. İşte, ey bütün o hüceyrelerden terekküb eden ve ‘Ene’ ile muabber hüceyre-i kübra! “Ya İlahî! Ya Rabbî! Ya Hâlıkî! Ya Musavvirî! Ya Malikî! Ya Seyyidî! Ya Mevlâye! Mülk senindir, hamd senin… Senin vedian ve emanetin ve bütün müştemilâtıyla memlûkün olan şu cisimde ben bir misafirim.” de.

Evet ey ene! Senin mülkün olmayan ve olmayacak olan bir şeye niçin temellük dava edersin? Bu bâtıl davadan vazgeç. Çünkü temellük tevehhümü seni pek elîm elemlere yuvarlandırır. Evet ruhun süs ve sürmesi olan şefkata nazar et, gör ki; eğer bu şefkat, senin tevehhümün üzerine bina edilmiş olsaydı, o zaman bu şefkat, ruh için müz’ic bir nekâle (yani ağır bir azaba) inkılab ederdi. Çünkü meselâ, görsen ki; kimsesiz, zaif, fakir, tek başına bir yetim var; Onun küçücük bir kulübeciği ile azıcık bir mülkü vardır.. Sonra görsen ki; o miskin bîçareye binlerce kasî kalbli kimseler hücum edip onun kulübeciğini tahrib ve eşyasını yağma ediyorlar. Onun elemiyle ne derece ve nasıl müteellim

Yükleniyor...