şöyle dursun, belki körlükleri, sağırlıkları ziyadeleşir. Çünkü körlerin ve sağırların birbirlerine karışması ile körlükleri ve sağırlıkları daha çok ziyadeleşir. Bununla beraber, esbabın şu beden ile münasebeti şuna benzer ki: Bir eczahanedeki edviyelerle dolu şişe kavanozlarıyla, o yüzer kavanozların herbirisinden, ziyade ve noksan olmaksızın bir miktar-ı muayyen alınan acib hâsiyetli bir macunun münasebeti gibidir ki, o yüzer kavanozlarda alınan ki, eczalardan bir dirhemi ziyade veya noksan alınsa, hasiyetini kaybeder bir derecede gayet hassas mizanlarla alınmış olan o macunun, kendi kendine bir eczacı hakîm olmaksızın çeşitli miktarlarıyla beraber her biri kavanozdan bir miktar-ı mahsus çıkarak husûl bulması mümkin bir şey ise ve hak bir dava olsa, senin de “Ben bu bedeni sebeblerin elinden koparmış ve ona malik olmuşum” diye olan iddian belki mümkün ve hak olabilir.
Elhasıl: Malikiyet tevehhümü, ancak senin ahmaklığın ve belahetinden neş’et eden bir hezeyandır.
İkinci Hakikat: Bil ey nefs-i emmare! Senin öyle bir dünyan vardır ki, kâinata dağılmış ve yayılmış olan emeller, alâkalar ve ihtiyaçlarından bina edilmiş gayet geniş bir kasırdır. Ve o kasrın temel taşı ve ilk aslı ve tek direği ise, senin hayatın ve vücudundur. Halbuki bu direk kurtludur. Ve şu temel de çürüktür. Ve o esas ise, her an harab olmaya hazır, bozuk ve zaiftir.
Evet, bu cisim, ebedî olmadığı gibi, demir ve taştan da değildir. Belki et ve kandan ibaret bir şey olup, her an dağılmaya hazır bir vaziyettedir. İşte, onun bir inhilali ve dağılmasıyla, şu dünya bütün hazafiriyle (yani çevresiyle) senden infilak eder, dağılır. Hususî dünyan da, senin başına yıkılır. Evet nefis! Mazi canibine bak gör ki; Herkes senin gibi dünyasında var iken, o dünya şimdi bütün ehl-i kuburun başlarına yıkılmış geniş bir mezaristandır. Müstakbel dahi geniş bir mezaristandır. O da mazi gibi mezar olacaktır. Öyle ise sen, şu anda iki kabrin dıgtası (yani sıkışık duvarları) arasında sıkışmış bir vaziyettesin. Evet nasılki dünkü gün, pederimin kabri ise, yarın da benim mezarımdır. Demekki ben, kabrin duvarları arasındayım.
Evet dünya hakikatta bir iken, her bir şahıs için tamam bir dünya o umumî dünya içine giriyor ve mündemic oluyor. Demek dünya, küllî bir şahsiyettir. Her ölenin kıyameti de kopmuş demektir.
Elhasıl: Malikiyet tevehhümü, ancak senin ahmaklığın ve belahetinden neş’et eden bir hezeyandır.
İkinci Hakikat: Bil ey nefs-i emmare! Senin öyle bir dünyan vardır ki, kâinata dağılmış ve yayılmış olan emeller, alâkalar ve ihtiyaçlarından bina edilmiş gayet geniş bir kasırdır. Ve o kasrın temel taşı ve ilk aslı ve tek direği ise, senin hayatın ve vücudundur. Halbuki bu direk kurtludur. Ve şu temel de çürüktür. Ve o esas ise, her an harab olmaya hazır, bozuk ve zaiftir.
Evet, bu cisim, ebedî olmadığı gibi, demir ve taştan da değildir. Belki et ve kandan ibaret bir şey olup, her an dağılmaya hazır bir vaziyettedir. İşte, onun bir inhilali ve dağılmasıyla, şu dünya bütün hazafiriyle (yani çevresiyle) senden infilak eder, dağılır. Hususî dünyan da, senin başına yıkılır. Evet nefis! Mazi canibine bak gör ki; Herkes senin gibi dünyasında var iken, o dünya şimdi bütün ehl-i kuburun başlarına yıkılmış geniş bir mezaristandır. Müstakbel dahi geniş bir mezaristandır. O da mazi gibi mezar olacaktır. Öyle ise sen, şu anda iki kabrin dıgtası (yani sıkışık duvarları) arasında sıkışmış bir vaziyettesin. Evet nasılki dünkü gün, pederimin kabri ise, yarın da benim mezarımdır. Demekki ben, kabrin duvarları arasındayım.
Evet dünya hakikatta bir iken, her bir şahıs için tamam bir dünya o umumî dünya içine giriyor ve mündemic oluyor. Demek dünya, küllî bir şahsiyettir. Her ölenin kıyameti de kopmuş demektir.
Yükleniyor...