şuurî veya gayr-ı şuurî iltica etmeleri de, hâiflerin melcei, gıyas-el müstagîsîn olan bir zatın vücub-u vücuduna delâlet eder.
Hem zâhirden bâtına geçen bütün kümmelînin müşahedeleri ve keşf ve şuhud ve zevk ve müşahedede ki ittifaklarıyla; bütün ekvan ve âlemler, Nur-ul envar olan bir zatın envarının gölgeleridirler.
Ve keza, kâinat ve fezalar dolusu bir tarzda bilinen, belki hads ile kanaat veren, hattâ belki hissedilen, belki âdeta gözle görünür dereceye gelmiş bulunan budur ki; zerre gibi her bir mahlukun üstüne dağlar misüllü işler ve fiiller yüklenmiş!.. Bu ise, ancak vücub mertebesinden inip gelen esmanın seyyal tecelliyatından cilveger olabildiği için; bizzarure delâlet eder ki: Bu fiillerin mebde’leri ve esasları imkân mertebesinden değildirler. Belki ancak vücub mertebesinin şualarıdırlar. Öyle ise bu esmaların müsemması ve şu fiillerin fâili olan bir Zat-ı Akdes’in vücub-u vücuduna delâlet ederler.
Hem eşyanın hilkat ve icadını, kendi nefislerine veya esbaba vermekten gelen hadsiz istib’ad ve istiğrab ve hayret ve külfetten ki, istinkâra incirar edip, sonra müteselsil muhallere yol açmaktan gelen hadsiz ızdırabattan hasıl olan marazdan kurtulmak ve şifa bulmak için akıl ve ruhlar: *
فَفِرُّوا اِلَي اللّٰهِ ر اَلَا بِذِكْرِ اللّٰهِ تَطْمَ ِنُّ الْقُلُوبُ
وَاِلَيْهِ تُرْجَعُ اْلاُمُور
emrinin imtisaline iltica ediyorlar. Çünkü ancak onun kudretiyle müşkiller halledilir ve onun zikriyle kalbler mutmain olur.
Evet, çünki kâinatta hakikî olarak Cenab-ı Allah’tan başka hiç bir te’sir sahibi yoktur.
Hem dahi mahsusat-ı zâhiriyede bizzarure görünen kader cilvesiyle; gayr-ı mahsuslarda nazarî olarak bilinen her iki kaderin cilveleri ise, Elbette her şeyi halkeden ve herşeyin kader dairesinde program ve ölçülerini takdir eden bir zatın vücub-u vücuduna delâlet ederler. Evet âlem-i şehadetin her şeyi mecmuan olsun, eczaen olsun, muntazam bir çok gayata müteveccih olduğunu ve semeredar faideli neticeler verdiğini ve ancak kaderin kalıplarıyla eşyanın kametlerine göre
Hem zâhirden bâtına geçen bütün kümmelînin müşahedeleri ve keşf ve şuhud ve zevk ve müşahedede ki ittifaklarıyla; bütün ekvan ve âlemler, Nur-ul envar olan bir zatın envarının gölgeleridirler.
Ve keza, kâinat ve fezalar dolusu bir tarzda bilinen, belki hads ile kanaat veren, hattâ belki hissedilen, belki âdeta gözle görünür dereceye gelmiş bulunan budur ki; zerre gibi her bir mahlukun üstüne dağlar misüllü işler ve fiiller yüklenmiş!.. Bu ise, ancak vücub mertebesinden inip gelen esmanın seyyal tecelliyatından cilveger olabildiği için; bizzarure delâlet eder ki: Bu fiillerin mebde’leri ve esasları imkân mertebesinden değildirler. Belki ancak vücub mertebesinin şualarıdırlar. Öyle ise bu esmaların müsemması ve şu fiillerin fâili olan bir Zat-ı Akdes’in vücub-u vücuduna delâlet ederler.
Hem eşyanın hilkat ve icadını, kendi nefislerine veya esbaba vermekten gelen hadsiz istib’ad ve istiğrab ve hayret ve külfetten ki, istinkâra incirar edip, sonra müteselsil muhallere yol açmaktan gelen hadsiz ızdırabattan hasıl olan marazdan kurtulmak ve şifa bulmak için akıl ve ruhlar: *
فَفِرُّوا اِلَي اللّٰهِ ر اَلَا بِذِكْرِ اللّٰهِ تَطْمَ ِنُّ الْقُلُوبُ
وَاِلَيْهِ تُرْجَعُ اْلاُمُور
emrinin imtisaline iltica ediyorlar. Çünkü ancak onun kudretiyle müşkiller halledilir ve onun zikriyle kalbler mutmain olur.
Evet, çünki kâinatta hakikî olarak Cenab-ı Allah’tan başka hiç bir te’sir sahibi yoktur.
Hem dahi mahsusat-ı zâhiriyede bizzarure görünen kader cilvesiyle; gayr-ı mahsuslarda nazarî olarak bilinen her iki kaderin cilveleri ise, Elbette her şeyi halkeden ve herşeyin kader dairesinde program ve ölçülerini takdir eden bir zatın vücub-u vücuduna delâlet ederler. Evet âlem-i şehadetin her şeyi mecmuan olsun, eczaen olsun, muntazam bir çok gayata müteveccih olduğunu ve semeredar faideli neticeler verdiğini ve ancak kaderin kalıplarıyla eşyanın kametlerine göre
Yükleniyor...