Hem kâinatın cümud ve cahliyetiyle beraber, onda muhit bir şuurun âsârı tezahür ediyor. Bu ise gösteriyor ki; bu muhit şuurun sahibi ancak bir Zat-ı Semi’ ve Basir’dir. Öyle ise bir Alim-i Habîr’in vücub-u vücuduna delâlet eder.

Hem berdevam gayet intizam içinde kainatın fena ve tagayyüre mazhariyetini görüyoruz. Bu ise, hiç tagayyür etmeyen ve değişmeyen daim ve bakî bir Mugayyir’in vücub-u vücuduna delâlet eder.

Hem zev-il ervahın müşahedeler, mükâlemeler ve füyuzat ve münacâtları tazammun eden nuranî, makbul, semeredar ibadetlerinin kubbe-i minayı dolduran zemzemelerini işitiyoruz. Bu ise, bir Mabud-u Hakikî’nin vücub-u vücuduna delâlet eder.

Hem kâinatın kalî ve halî (yani gerek zîruh ve zîşuur olan melek, cin ve insanın kalî tesbihatı olsun, gerekse sair mevcudatın fıtrî istidad ve vaziyetlerinin hal diliyle olan) tesbihleri ise,

وَالْاَرْض يُسَبِّحُ لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاةِ

olan bir zatın vücub-u vücuduna delâlet eder. Evet, çünkü fıtratın delâleti sâdıkadır, doğrudur. Bunlardan tek bir şehadet dahi reddedilmezken, acaba gayr-ı mütenahî delâletler ve gayr-ı mahsur şehadetler ki, merkezi müttehid olan, mütedahil daireler gibi ittifak etmiş kalî ve halî dilleri ile ve cebhelerinde parlayan damga-i vahdet nakışlarıyla

يُسَبِّحُ لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاةِ وَالْاَرْضِ

olan Zat-ı Zülcelal’i tesbihkârane şehadetli delâletleri nasıl reddedilebilir, sen söyle!

Hem fıtrî ihtiyaç sahiplerinin makbul, müstecab, te’sirli ve seme- redar olan duaları da,

يُجِيبُ الْمُضْطَرَّ اِذَا دَعَاهُ

olan Zat-ı Rahman-ı Rahîm’in vücub-u vücuduna delâlet eder.

Hem beliyyata ve ağır hallere mübtela ve ma’ruz olanların muztar kaldıkları zaman, bir hami-i meçhullerine, belki de Hâlık-ı Rahimlerine


Yükleniyor...