biçilen ve makadir ve ölçüler ile tesmiye edilen ve âdeta onların muntazam ecelleri hükmünde olan hikmetli hududlara dayanıp durduklarını görüyoruz. Bu ise gösteriyor ki; her şey evvelâ kader ile programları tayin edilmiş. Sonra eşya o kaderî program üzerine bina ediliyorlar.
Eğer bu hakikata bir misal istersen, kendi bedeninin eğri büğrü mafsallarına ve elinin parmaklarına bak! Tâ ki, bu göz ile müşahede edilen zarurî kaderden, ahval ve maneviyattaki nazarî kadere bir hads-i sâdık ile intikal edilsin. Zira bu nazarî kaderin de semeredar gayat ve nihayetleri ile muntazam hudud ve ecelleri vardır. Bunlar ise, onun mekadîr ve kalıplarıdır ki; dest-i kaza ve kaderle tersim edilmiş olup, kudret, maâni kitabını, kader mistarı üzerine yazmış ve yazmaktadır. Yani, kudret bir masdar olup, kader mistarının çizgilerine bakıyor ve ona göre yazıyor.
İşte bu her iki kader, gayet zarurî olarak bütün bu kâinat, kalem-i kaza ve kaderinin çizgileri ve yazıları bulunan bir zatın vücub-u vücuduna delâlet eder, âmennâ.
Ve keza insanın istidadının camiiyeti de bize haber veriyor ki; bu beşer hilkat ağacının yegâne meyvesidir. Meyve ise, en ekmel ve kökten en uzağı olur. Öyle ise o meyvenin şeffaf yüzü, zulmete ve dünyanın bâtını olan adem fezasına müteveccih olacak. Amma insanın ibadet cihetindeki istidadının câmiiyeti ise, bize bildiriyor ki; bu insan böyle baş aşağı fanilik içinde daimi kalsın diye yaratılmamıştır. Belki ancak ibadet için yaratılmıştır ki, istidadının o parlak vechini zulmetten nura ve adem fezasından vücuda ve müntehadan mebdee ve faniden bakiye ve halktan hakka çevirmek için sarfetsin. Demek ibadet ise, âdeta daire-i hilkattaki mebde ve münteha arasında bir halka-i ittisaldir.
İşte fıtrat, bu mezkûr lisan ile; Zat-ı Uluhiyeti tanınsın, bilinsin diye mahlukatı halkeden ve kendisine ibadet edilsin diye ins ve cinni yaratan bir zatın vücub-u vücuduna şehadet eder.
Ve keza kâinatta müşahede edilen hep bir imkân ve kesret ve infial mertebesidir kopuyor. Bu ise, bir vücub ve vahdet ve fâiliyet mertebesini evleviyetli bir bedahetle ve gayet kat’î olarak istilzam eder. Bu da bizzarure bir Vâhid-i Ehad’in ve bir Fa’al-i Limayürîd’in vücub-u vücuduna delâlet eder. Âmenna.
Eğer bu hakikata bir misal istersen, kendi bedeninin eğri büğrü mafsallarına ve elinin parmaklarına bak! Tâ ki, bu göz ile müşahede edilen zarurî kaderden, ahval ve maneviyattaki nazarî kadere bir hads-i sâdık ile intikal edilsin. Zira bu nazarî kaderin de semeredar gayat ve nihayetleri ile muntazam hudud ve ecelleri vardır. Bunlar ise, onun mekadîr ve kalıplarıdır ki; dest-i kaza ve kaderle tersim edilmiş olup, kudret, maâni kitabını, kader mistarı üzerine yazmış ve yazmaktadır. Yani, kudret bir masdar olup, kader mistarının çizgilerine bakıyor ve ona göre yazıyor.
İşte bu her iki kader, gayet zarurî olarak bütün bu kâinat, kalem-i kaza ve kaderinin çizgileri ve yazıları bulunan bir zatın vücub-u vücuduna delâlet eder, âmennâ.
Ve keza insanın istidadının camiiyeti de bize haber veriyor ki; bu beşer hilkat ağacının yegâne meyvesidir. Meyve ise, en ekmel ve kökten en uzağı olur. Öyle ise o meyvenin şeffaf yüzü, zulmete ve dünyanın bâtını olan adem fezasına müteveccih olacak. Amma insanın ibadet cihetindeki istidadının câmiiyeti ise, bize bildiriyor ki; bu insan böyle baş aşağı fanilik içinde daimi kalsın diye yaratılmamıştır. Belki ancak ibadet için yaratılmıştır ki, istidadının o parlak vechini zulmetten nura ve adem fezasından vücuda ve müntehadan mebdee ve faniden bakiye ve halktan hakka çevirmek için sarfetsin. Demek ibadet ise, âdeta daire-i hilkattaki mebde ve münteha arasında bir halka-i ittisaldir.
İşte fıtrat, bu mezkûr lisan ile; Zat-ı Uluhiyeti tanınsın, bilinsin diye mahlukatı halkeden ve kendisine ibadet edilsin diye ins ve cinni yaratan bir zatın vücub-u vücuduna şehadet eder.
Ve keza kâinatta müşahede edilen hep bir imkân ve kesret ve infial mertebesidir kopuyor. Bu ise, bir vücub ve vahdet ve fâiliyet mertebesini evleviyetli bir bedahetle ve gayet kat’î olarak istilzam eder. Bu da bizzarure bir Vâhid-i Ehad’in ve bir Fa’al-i Limayürîd’in vücub-u vücuduna delâlet eder. Âmenna.
Yükleniyor...