teslime; o da nur-u imana yani
هُوَ اللّٰهُ الْوَاجِبُ الْوَاحِدُ الْاَحَدُ
e bakan bir mişkat açıyor. Kâinat o mişkatta bu beş nağmeli lisanla
اَللّٰهُ لَا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ
diye şehadet ediyor.
Hem kâinatın yüzünde bir hüsn-ü arazî ve bir tahsin telemmu’ etmektedir. Bunlar ise, ihsan ve hüsn-ü zatîye sahib bir zatın vücub-u vücuduna işaret ediyor.
Hem kâinatın rühünda (yanak) aksedilen bir cemal-i hazin görünüyor. Bu ise, bir cemal-i mücerred sahibinin vücub-u vücuduna remzediyor.
Hem kâinatın kalbinde bir aşk-ı sâdık görünüyor.. Bu da elbet bir mahbub-u hakikîyi nida ederek gösteriyor.
Hem kâinatın sinesinde bir incizab ve cezbe hissediliyor.. Bu ise, bütün esrarın ona müncezib olduğu bir hakikat-ı cazibedara telvih ediyor.
Hem bütün kümmelîn-i evliyadan duyulan budur ki: Onlar müşahedelerinin şehadetleriyle; bütün ekvanın hakikatları, ancak bir zat-ı vâhidin envar-ı zatiyesinin gölgeleri ve onun nuranî âyetleridir diye ilan ediyorlar.
İşte şu hakaik-ı hamse dahi bu kâinatın; bütün evsaf-ı celal ve cemal ve kemal ile muttasıf bir tek mürebbisinin vücub-u vücuduna bizzarure delâlet ediyorlar. Ve bu da yine bir Vâcib-ül Vücud’un vücub-u vücuduna bakan bir pencereyi açarak, kâinat onda bu beş nağmeli lisan ile
اَللّٰهُ لَا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ
diye şehadet ediyor.
Hem kâinatın nevilerinin cüz’iyatında müşahede edilen budurki: Birbirine bakan tasarruflar ve maslahatlara göre o cüz’iyatı yerli yerince sarfetmeler vardır. Bu ise, yine bir tek Mutasarrıf-ı Hakîm’in vücub-u vücuduna delâlet eder. Çünkü bir fiilin fâilsiz olması veya mef’ul ve münfail ve camid olan bir cüz’ün, şu birbirini andıran şuurî ve âmm fiilin fâili bulunmaları elbette mumtenidir, imkân ve ihtimali yoktur.
هُوَ اللّٰهُ الْوَاجِبُ الْوَاحِدُ الْاَحَدُ
e bakan bir mişkat açıyor. Kâinat o mişkatta bu beş nağmeli lisanla
اَللّٰهُ لَا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ
diye şehadet ediyor.
Hem kâinatın yüzünde bir hüsn-ü arazî ve bir tahsin telemmu’ etmektedir. Bunlar ise, ihsan ve hüsn-ü zatîye sahib bir zatın vücub-u vücuduna işaret ediyor.
Hem kâinatın rühünda (yanak) aksedilen bir cemal-i hazin görünüyor. Bu ise, bir cemal-i mücerred sahibinin vücub-u vücuduna remzediyor.
Hem kâinatın kalbinde bir aşk-ı sâdık görünüyor.. Bu da elbet bir mahbub-u hakikîyi nida ederek gösteriyor.
Hem kâinatın sinesinde bir incizab ve cezbe hissediliyor.. Bu ise, bütün esrarın ona müncezib olduğu bir hakikat-ı cazibedara telvih ediyor.
Hem bütün kümmelîn-i evliyadan duyulan budur ki: Onlar müşahedelerinin şehadetleriyle; bütün ekvanın hakikatları, ancak bir zat-ı vâhidin envar-ı zatiyesinin gölgeleri ve onun nuranî âyetleridir diye ilan ediyorlar.
İşte şu hakaik-ı hamse dahi bu kâinatın; bütün evsaf-ı celal ve cemal ve kemal ile muttasıf bir tek mürebbisinin vücub-u vücuduna bizzarure delâlet ediyorlar. Ve bu da yine bir Vâcib-ül Vücud’un vücub-u vücuduna bakan bir pencereyi açarak, kâinat onda bu beş nağmeli lisan ile
اَللّٰهُ لَا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ
diye şehadet ediyor.
Hem kâinatın nevilerinin cüz’iyatında müşahede edilen budurki: Birbirine bakan tasarruflar ve maslahatlara göre o cüz’iyatı yerli yerince sarfetmeler vardır. Bu ise, yine bir tek Mutasarrıf-ı Hakîm’in vücub-u vücuduna delâlet eder. Çünkü bir fiilin fâilsiz olması veya mef’ul ve münfail ve camid olan bir cüz’ün, şu birbirini andıran şuurî ve âmm fiilin fâili bulunmaları elbette mumtenidir, imkân ve ihtimali yoktur.
Yükleniyor...