kudreti istilzam ediyor. Belki onun her bir cüz’ü dahi yine aynı kudreti istilzam eder. O halde, bizzarure şu kâinat için; kudretinin tecelliyatına hiç bir vechile nihayet olmayan bir kudret-i kâmile sahibi olan bir Hâlık-ı Kadir’in vücub-u vücudunu istilzam ediyor, iktiza ediyor ve ona delâlet ediyor.
İşte madem ki, böyle bir kudretin vücudu tahakkuk etti. Öyle ise o kudret, bizzarure şürekaya ihtiyacı olmadığı gibi; şeriklerden kat’iyyen mustağnidir. Bununla beraber, kat’iyyen ve bizzarure istiğna edilen o mevhum şeriklerin, bizzat vücudları mümteni’dir. Ve onlardan bir ferdinin dahi bulunmasına imkân yoktur. Yoksa, aksi takdirde, o gayr-ı mütenahî kudret-i kâmilenin her cihetten tahdidi lâzım gelecektir. Ve hiç bir zaruret yokken ve gayr-ı mütenahî olduğu bir halde iken, bizzarure bir mütenahî ile nihayetlenecektir. Bu ise beş mertebe ile bizzarure muhal-ender muhaldir.
İşte burada, infirad ve istiklal, uluhiyet için, iki hassa-i zatiye olmuş oluyor. Bununla beraber vehmî faraziyattan başka şerik için hiç bir mahall, hiç bir mekân ve hiç bir imkân yoktur. Çünkü kâinatın hiç bir taraf ve hiç bir cihetinde şerik-i uluhiyet için aslâ bir delil vaki’ değildir ve delil için hiç bir ihtimal yoktur. Ve zatî imkâna da hiç bir yer mevcud değildir. Ve tek bir emare dahi bulunmuyor. Ve böylece, bu meselede hangi cihet-i kâinata müracaat edilip şirk ve şerikden istifsar edilebilse de, her cihetten tevhid sikkeleri gösterilerek cevab-ı red verilecektir.
Evet çünki, kâinatta Vâhid-i Ehad’den başka hiç bir müessir bulunmadığına en zâhir delil budur ki: Kâinatın en eşrefi ve tasarruf ve ihtiyarca sebeblerin en genişi insandır. Bununla beraber, beşerin ihtiyarî fiillerinin en zâhirileri olan yemek, konuşmak gibi tasarruflarının yüz cüz’den ancak bir cüz’-ü meşkûkü insanın elindedir. İşte vakta ki, en eşref ve en geniş ihtiyar sahibi olan insan, böyle te’sirden eli bağlı bulunsa, acaba sair camid ve ölü sebebler nasıl olurlar?
Evet, acaba bir padişahın sana gönderdiği bir hediyesine sardığı mendil veya zarf, onun şeriki veya muîni olsun, mümkün müdür? İşte bu tahkikattan bir hads-i kat’î ile bilinir ki; sebebler onun kudretinde yalnız birer perde-i zâhiriyedirler. Ve hikmet-i İlahiyenin (bu dar-ı imtihana muvafık) birer merci’ ve menatıdırlar.
İşte madem ki, böyle bir kudretin vücudu tahakkuk etti. Öyle ise o kudret, bizzarure şürekaya ihtiyacı olmadığı gibi; şeriklerden kat’iyyen mustağnidir. Bununla beraber, kat’iyyen ve bizzarure istiğna edilen o mevhum şeriklerin, bizzat vücudları mümteni’dir. Ve onlardan bir ferdinin dahi bulunmasına imkân yoktur. Yoksa, aksi takdirde, o gayr-ı mütenahî kudret-i kâmilenin her cihetten tahdidi lâzım gelecektir. Ve hiç bir zaruret yokken ve gayr-ı mütenahî olduğu bir halde iken, bizzarure bir mütenahî ile nihayetlenecektir. Bu ise beş mertebe ile bizzarure muhal-ender muhaldir.
İşte burada, infirad ve istiklal, uluhiyet için, iki hassa-i zatiye olmuş oluyor. Bununla beraber vehmî faraziyattan başka şerik için hiç bir mahall, hiç bir mekân ve hiç bir imkân yoktur. Çünkü kâinatın hiç bir taraf ve hiç bir cihetinde şerik-i uluhiyet için aslâ bir delil vaki’ değildir ve delil için hiç bir ihtimal yoktur. Ve zatî imkâna da hiç bir yer mevcud değildir. Ve tek bir emare dahi bulunmuyor. Ve böylece, bu meselede hangi cihet-i kâinata müracaat edilip şirk ve şerikden istifsar edilebilse de, her cihetten tevhid sikkeleri gösterilerek cevab-ı red verilecektir.
Evet çünki, kâinatta Vâhid-i Ehad’den başka hiç bir müessir bulunmadığına en zâhir delil budur ki: Kâinatın en eşrefi ve tasarruf ve ihtiyarca sebeblerin en genişi insandır. Bununla beraber, beşerin ihtiyarî fiillerinin en zâhirileri olan yemek, konuşmak gibi tasarruflarının yüz cüz’den ancak bir cüz’-ü meşkûkü insanın elindedir. İşte vakta ki, en eşref ve en geniş ihtiyar sahibi olan insan, böyle te’sirden eli bağlı bulunsa, acaba sair camid ve ölü sebebler nasıl olurlar?
Evet, acaba bir padişahın sana gönderdiği bir hediyesine sardığı mendil veya zarf, onun şeriki veya muîni olsun, mümkün müdür? İşte bu tahkikattan bir hads-i kat’î ile bilinir ki; sebebler onun kudretinde yalnız birer perde-i zâhiriyedirler. Ve hikmet-i İlahiyenin (bu dar-ı imtihana muvafık) birer merci’ ve menatıdırlar.
Yükleniyor...