Sonra:

لَا رَيْبَ فِيهِ

cümlesinde de tedebbür eyle, bak! Nasıl ki açıkça Kur’anın şek ve şüphelere mahall olacak bir şey olmadığını söylediği gibi, aynı zamanda nur-u yakîn ile münevver olduğunu da ilan ediyor.

Ve sonra:

هُدًي لِلْمُتَّقِينَ

nın ifade ettiği hidayet kalesi içine de gir ve nazar eyle ki: Kur’an sana Tarik-i müstakimi zahir ve ayan bir tarzda gösterdiği gibi; kendisinin hidayet nurundan tecessüm etmiş bir pırlanta-i İlahiye olduğunu da sana ifade etmektedir.

İşte, bütün bu işaretler, îmalar ve telmihler’in her birisi ilk ve zahir ma’nalarıyla umum arkadaşlarına bürhanlar oldukları gibi; ikinci mânâları itibariyle de tek tek her birisi onlara netice olmuş oluyorlar.

Şimdi burada, bir nûmunelik misal olmak üzere, ayetin cümleleri arasında bulunan geçmiş “on iki” rabıtalardan sadece üçünü zikredeceğiz, tâ ki sen de diğerlerini bunlara kıyaslıyebilesin.

İşte:

الٓمٓ

Yani, şu Kur’an bütün muarızlarına tehaddî ile meydan okumaktadır. Öyle ise o bu Kur’an, kitapların en ekmelidir. Öyle ise şeksizdir, yakînidir. Zira kitabın kemali yakin iledir. O halde O, beşer için tecessüm etmiş bir hidayettir. (hidayetin cisimleşmişidir.)

Yükleniyor...