İşte ey tahlil cânibinden gelen terkibin kıymetini bilip ünsiyet peyda eden ve

اَلْكُلُّ



كٌلٍ

den farkını idrak edebilen arkadaş! Gel, nazarını topla, bütün o kayd ve heyetlere birden bak! Ta, göresin ki; nasıl o kayd ve heyetlerin her birisi müşterek maksada –hâs delili ile birlikte– hissesini ilka eyliyor.. Hem gör, bak ki: nasıl cânib ve taraflardan belağatın nuru fışkırıyor!.

Ey aziz bilmiş ol ki.

ذٰلِكَ الْكِتَابُ لَا رَيْبَ فِيهِ هُدًي لِلْمُتَّقِينَ

ayetinin cümleri arası atıf halkalarıyla irtibatlandırılmış değidir. Zira, bu cümleler arasında ittisal, bitişiklik ve taânuk şiddetlice bulunup, her birisi sabıkının kuşağını ve lahikinin eteğini tutmuştur. Buna göre, cümlelerinin her birisi, bir cihette her hepisinin birden delili oduğu gibi; başka bir cihette her birisi, tek tek her birisinin neticesi oluyor. Demekki bu ayetin üzerinde, içiçe sarılmış ve birbirine girmiş “Oniki münasebet” iplerinden dokunan i’cazın cevahiri nakışlanmakta olduğu anlaşılıyor.

Eğer bu hususta daha biraz izah istiyorsan; gel, şu gelen tahlilde de teemmül edip bak ki:

الٓمٓ

meâliyle münkirleri şöyle muarazaya davet ediyor ve diyor: “Gelin bakalım, Kur’an ile muarazaya! Hani meydana çıkanınız yok mu?” gibi olan mukadder bazı cümlelere ima ettiğini göresin. İşte bu muaraza davetine mukabele edip cevaplayacak güce sahip kimsenin bulunmadığını ispat ile ilandan sonra, Kur’anın mu’cize olduğunu birlikte telvih ediyor.

Ve keza,

ذٰلِكَ الْكِتَابُ

nün mânâsında dahi gel, bir tefekkür eyle ki: Bu kitap, arkadaşları olan sair kitapların üstündeki kemali, fazileti ve hakaikının daha çokluğu ve bunların tafsilatları gibi noktalar da ziyadelik ve üstünlük kazanmış ve artık onları gömmüş olduğunu tasrihten sonra, telmih yoluyla diyor ki: “Kur’an mümtaz ve müstesnadır, ona erişilemez, benzeri yapılamaz.”

Yükleniyor...