gizlilik ve örtülüğe davet eden za’fiyet ve hileden teberrisine lisan-ı hal ile remzeylemektedir.

Sonra:

ذٰلِكَ

den müstefad olan bu’diyette (uzaklığa bakan halinde) tefekkür eyle ki, o

ذٰلِكَ

Kur’anın sair kemal taraflarını gösren ve bildiren pek yüce rütbesini ifade eylediği gibi; deliline de şöyle ima eder ki: “O Kur’an, emsali olan sair münzel kitapların sülûk ettikler yol ve üslûptan uzaktır. Şu halde, onun makamı, ya hepsinin altındadır, kibu bil-ittifak batıldır. Öyle ise o, mutlaka hepsinin üstündedir.

Ve sonra:

الْكِتَابُ

Deki

اَلْ

in vaziyetini düşün bak; yine kemali ifade eden Hasr-ı Örfîyi dile getirdiği gibi; muvazene kapısını da açarak, şöyle bir telmih ile baktırır ki: “Kur-anı Hakîm bütün münzel kitapların mehasin’ini kendisinde toplamakla beraber, onlarda bulunmayan bir çok hakaiki de cem’ eylemiştir. Öyle ise: Kur’an hepsinin en ekmelidir.

Ve Sonra:

الْكِتَابُ

ile yapılan ta’birin (yani “Kitap” ile tavsif etmenin üstünde de az dur da bak, gör ki: bu kelime, telvih yoluyla nasıl da diyor: “Kitap okuma ve yazma işi, kıraet ve kitabet ehli olmayan şu ümmî’nin sanatı, eseri elbette olamaz. Öyle ise?!..

Amma

لَا رَيْبَ فِيهِ

cümlesinde ise, iki vecih vardır. Yani, zamîr’in irca’ı (döndürülmesi) ya hükme ait olur, ya da kitaba... (yani

فِي

deki zamir ile: “onda şek, şüphe yoktur” diyor. Bunun zamiri “onda” kelimesidir.) İşte bu zamir, ya “Kur’anın kemalinde şek, şüphe yoktur” olan hükmüne.. Ya da, “kitapta” ya raci’olur.)

Birinci görüşe göre olsa, –İmam-ı Sekkakî’nin– “Miftah-ül Ulûm” eserinde kabul ettiği vecihtir ki, o zamîr hükme racidir. O durumda: “yakinî ve şeksiz olarak” mânâsında olur ki, bu da Kur’an’ın kemalinin isbatına dair hükmün bir ciheti ve bir tahkiki olmuş olur.

Yükleniyor...