Eğer bu hakikatı tam görmek
{ Bu hakikatın daha şirin ve daha parlak izahatını görmek ve almak istiyorsan; “Lemaat” eserinin sözlerdeki sh: 740, ve Asar-ı Bediiyyedeki –2. baskı– sh: 951’e bak. MütercimM}
istiyorsan; şöyle bir şahsın halını farazî olarak gözönüne getir ki: Kudret-i İlahiyenin eli o şahsı hiçlik ve adem zûlûmatından çıkarıp, şu korkunç bir sahra gibi olan dünyaya bıraktı. O şahıs, gözlerini açarak, etraftan şefkat görme talebiyle baktığında, görür ki: belalar, musibetler ve hastalıklar, her taraftan düşmanlar gibi ona hücûm etmektedirler. Sonra bu şahıs, merhamet bulma ümidiyle unsurlara ve tabiatlara nazareyler, görür ki; katı kalpli, merhametsiz şeylerdir, aleyhinde dişlerini bileyorlar. Sonra, bu şahıs, başını kaldırdı, yardım alma ümidiyle ecram-ı ulviyeye baktı, gördü ki: pek heybetli ve müthiştirler. Adeta her birisi korkunç, büyük toplar’ın ağzından fırlayıp çıkan ve onun etrafından geçen ve onu tehdit eden ateşten mermilerdir.
İşte bu şahıs, bunları böyle görünce, hayret ve çaresizlik içine düştü. Bu halleri görmemek ve onlardan kaçıp gizlenmek için başını eğdi, nefsini ve kalbini mutala’a etmeye başladı. Baktı ki, ne görsün; nefis ve ruhunun binler hâcetlerinin feryadları ve fakr u ihtiyaçlarının pek çok enin ve iniltileri işitilmektedir. Sonra da; bu hal ve vaziyetlerden tevahhuş edip ürkerek, bir iltica ve bir sığınma yeri olan kendi vicdanına baktı, gördü ki; uzayıp giden binlerce heyecanlı emelleri var ki, dünya onları doyuramı-yor.
Şimdi, Ey arkadaş! Gel, Allah için söyle! Eğer bu şahıs; (Hilkatin, kâinat ve mevcudat’ın ilk ve evvel yaradıcısı Cenab-ı Hak olduğu gibi; Ahireti de halk eden ve edecek ancak O’ dur olan ma’nasıyle) Mebde’ ve meada, Sani’ ve haşre itikad etmezse, hali ne olur? Cehennem’in ateşi, onun başındaki haletten daha şiddetli ve ruhunu yakan vaziyetten daha yandırıcı olur mu sanırsın?!..
Evet, böylesi bir şahsın başında hiç çaresi yok; korku ve heybet, acz ve ra’şet (titretici havf) ızdırap ve vahşet, kimsesizlik ve yeisten terekküb etmiş bir hal vardır. Zira, bu şahıs, bu itikad ve şu vaziyette iken, kendi iktidarına müracaat ettiği zaman, onu acz ve zaa’f içersinde çırpınan bir halde görüyor. Hem hacetlerini teskin eylemek ve feryatlarını susturmak üzere ona yöneldiğinde, hiç susmadıklarını, belki sayhalar vurarak bağırdıklarını müşahede ediyor. Yine bu şahıs, feryad ederek imdad istese de, sesini işitecek ve kendisine yardım edecek kimseyi bulamıyor; her şeyi
{ Bu hakikatın daha şirin ve daha parlak izahatını görmek ve almak istiyorsan; “Lemaat” eserinin sözlerdeki sh: 740, ve Asar-ı Bediiyyedeki –2. baskı– sh: 951’e bak. MütercimM}
istiyorsan; şöyle bir şahsın halını farazî olarak gözönüne getir ki: Kudret-i İlahiyenin eli o şahsı hiçlik ve adem zûlûmatından çıkarıp, şu korkunç bir sahra gibi olan dünyaya bıraktı. O şahıs, gözlerini açarak, etraftan şefkat görme talebiyle baktığında, görür ki: belalar, musibetler ve hastalıklar, her taraftan düşmanlar gibi ona hücûm etmektedirler. Sonra bu şahıs, merhamet bulma ümidiyle unsurlara ve tabiatlara nazareyler, görür ki; katı kalpli, merhametsiz şeylerdir, aleyhinde dişlerini bileyorlar. Sonra, bu şahıs, başını kaldırdı, yardım alma ümidiyle ecram-ı ulviyeye baktı, gördü ki: pek heybetli ve müthiştirler. Adeta her birisi korkunç, büyük toplar’ın ağzından fırlayıp çıkan ve onun etrafından geçen ve onu tehdit eden ateşten mermilerdir.
İşte bu şahıs, bunları böyle görünce, hayret ve çaresizlik içine düştü. Bu halleri görmemek ve onlardan kaçıp gizlenmek için başını eğdi, nefsini ve kalbini mutala’a etmeye başladı. Baktı ki, ne görsün; nefis ve ruhunun binler hâcetlerinin feryadları ve fakr u ihtiyaçlarının pek çok enin ve iniltileri işitilmektedir. Sonra da; bu hal ve vaziyetlerden tevahhuş edip ürkerek, bir iltica ve bir sığınma yeri olan kendi vicdanına baktı, gördü ki; uzayıp giden binlerce heyecanlı emelleri var ki, dünya onları doyuramı-yor.
Şimdi, Ey arkadaş! Gel, Allah için söyle! Eğer bu şahıs; (Hilkatin, kâinat ve mevcudat’ın ilk ve evvel yaradıcısı Cenab-ı Hak olduğu gibi; Ahireti de halk eden ve edecek ancak O’ dur olan ma’nasıyle) Mebde’ ve meada, Sani’ ve haşre itikad etmezse, hali ne olur? Cehennem’in ateşi, onun başındaki haletten daha şiddetli ve ruhunu yakan vaziyetten daha yandırıcı olur mu sanırsın?!..
Evet, böylesi bir şahsın başında hiç çaresi yok; korku ve heybet, acz ve ra’şet (titretici havf) ızdırap ve vahşet, kimsesizlik ve yeisten terekküb etmiş bir hal vardır. Zira, bu şahıs, bu itikad ve şu vaziyette iken, kendi iktidarına müracaat ettiği zaman, onu acz ve zaa’f içersinde çırpınan bir halde görüyor. Hem hacetlerini teskin eylemek ve feryatlarını susturmak üzere ona yöneldiğinde, hiç susmadıklarını, belki sayhalar vurarak bağırdıklarını müşahede ediyor. Yine bu şahıs, feryad ederek imdad istese de, sesini işitecek ve kendisine yardım edecek kimseyi bulamıyor; her şeyi
Yükleniyor...