İkinci Fıkra Sıfatının Akîbeti

غَيْرِ الْمَغْضُوبِ

den mûrad, şu olsa gerektir ki: “Onlar ki madem Kuvve-i Gadabiyenin ifratıyla hududu aşarak, tecavüz ile zulmettiler.. Ve Yehûdiler’in inad ve temerrüdleri nev’inden, akidenin ahkamını terketmekle fıska girdiler.. Ve madem fısk ve zulmün özünde menhûs bir lezzetin ve habis bir izzet’in mevcudiyeti yüzünden, nefisler nefret edip onu terkedemiyor. İşte Kur’an-ı Hakîm dahi bu noktada, bütün nefisler’in nefret edip kaçacağı olan müthiş akibetlerini zikreyledi, ki o da: Allah’ın gazabının nüzûlüdür.

Hem

اَلْمَغْضُوبِ

de, devam ve istimrar şanında olan ism-i mef’ûlu ihtiyar etmiş olmasında, şöyle bir işaret vardır ki; tevbe ve afv ile inkıta’ ederek son bulup kesilmeyen isyan ve şerler, artık bütün bütün silinmez bir damğa, bir alamet olmuş olurlar.

Üçüncü Fıkranın Bahsi ve Mevzûu

وَلَاالضَّالّ۪ينْ

den murad ise; onlar ki vehm u hevaları, akl ve vicdanlarına galebe etmesi sebebiyle Tarik-i haktan saptılar; ve Nasara safsataları gibi, batıl itikadlarla nifak’ın içine düştüler. Kur’an-ı Hakîm dahi bu noktada, onların sıfatlarının mahiyetini dile getirmeyi ihtiyar eyledi. Zira ki, dalaletin mahiyeti ve özü öyle bir elemdir ki- Neticeyi görmeseler de- kalbleri nefret ettirilip , ruhları da ondan kaçarlar.

Ve

ضَالِّينَ

i ism-i fail ile zikretmesi ile, îma eder ki; Dalalet, o zaman gerçek dalalet olur ki; kesilmeyip devam ede... Evet, Kat’iyyen bil ki: bütün elemler ve azaplar dalalette; ve umum lezzetler, safalar ve sevinçler ise imandadır.


Yükleniyor...